Sanki bin yıldır yalnızım, belki de
milyonlarca yıldır.
Adem'in o ilk tatlı ve suyu elmayı ısırmasından beri
var oluşum çürük elma kokulu...
Sessizlik yoruyor beni
boğazıma dizdiğim o çığlık
her sabah gözlerimde büyüyen büyük karanlık
haykırmanın anlamsızlığı, yoruyor
duyulmayacak olmanın mutlak umutsuzluğu
bedenimi bir günde diğer günden
Yönümüzü kaybettiğimiz için yolumuzu bulamıyoruz; yolumuzu bulamadığımız için de varmak istediğimiz yere bir türlü varamıyoruz. Deli divane gibi aç, susuz çöllerdeki kum taneleri, okyanusun ortasında şiddetli bir fırtınada pusulasını kaybetmiş gemiler gibi oradan oraya savruluyoruz. Bu savruluş ve sürüklenişler nerede nihayet bulur bilmiyorum. Dipsiz bir kuyuya düştüğümüzü rüyada görsek, o an tek isteğimiz artık bu düşüş bitsin ne olacaksa olsun oluyor. Bu sürüklenişte de sahili selamete ulaşmak pek mümkün gözükmüyor. Bir yere çarpıp parçalanacaksam parçalanayım. Ne olacaksa olsun hissi her geçen an benliğimi derinlemesine kaplıyor. Metaforlar uçuşuyor zihnimin dehlizlerinde. Mısralarını kaybetmiş şairler gibi aranıyorum, oluşturduğum labirentlerde. Ve Hz Musa'nın as duası dolanıyor dilime, " Rabbim! Doğrusu göndereceğin her hayra muhtacım."
Arzu etmediğimi arzuluyorum, sahip olmadığım şeye sırt çeviriyorum. Ne hiç olabilirim ne her şey: Sahip olamadığım şeyle isteyemediğim şey arasında bir köprüyüm.
Huzursuzluğun Kitabı
Okuma alışkanlığıma daha çok ölülerin yön verdiği hayatımda bazen dirilere de yer vermeyi deniyorum. Bu çoğu zaman kitap bittiğinde ince bi pişmanlık duygusuna
zemheri ayazında
dudaklarımı okumayı bırak
kelimelerin teferruat olduğu bir oyundur hayat
sözler anlamın ağırlığıyla çökerler
sen uçarı duyguların sana konduğu yere bak
plan yapma yorulursun
kaderi tasarlama boşuna
suya düşer planların
gözün uymaz olur kaşına
sana oyununun bilmediği bir eğimle
gövdene teslim olacak bir duruş gerek
bilme bilirsen