Bir insan ilk güneş ışıklarıyla bir papatyanın nasıl açıldığını görmeli. Ezilmiş çimen konusunu, kuş seslerini ve arı vızıltılarını, derisini hızla ürperten ilk sıcaklığı bilmeli insan.
Gerçi şeytan bazen elimiz olur can eriklerine, narlara, ayvalara uzanırdı. Bazen eskici Yahudi kılığına bürünür, onu bu şekliyle de tanıyan büyüklerimize "Ah Şeytan" dedirtir, bazen okulu gözümüzde kötüler, yeşil kırların okuldan daha iyi olduğunu ya da köpeklerin kuyruğuna teneke bağlamanın ders çalışmaktan daha eğlenceli olduğunu söylerdi. Yani şeytan yabancımız olmak bir yana, bir bakıma yakın tanıdığımızdı. Ne var ki bu defa durum daha değişik gibiydi. Çünkü bu şeytan, eskiden beri tanıdığımıza pek
benzemiyordu.
Evet, görünüşte aynıydı her şey. Ama garip bir seziş bana bu görünüşe aldanmamamı söylüyordu. Bir şey eksikti gördüklerimde. Bir şey; yokluğu pek çok şeyi beraberinde sürükleyip götürmüş bir şey.
“Hatırlıyorum, sakin sokağımızda ilk değişme insanı sersem eden bir biçimde kendini göstermişti. O günden başlayarak her şey, itibar edilen bütün değerler, evler, evin içinde yaşayanlar, kadınlar, erkekler, gençler, yaşlılar hep değişmiş durmuşlardı. Değişme, sokağımızda durmak bilmeyen ve devamlı büyüyen bir yuvarlanma şeklinde başladı, sonra da durmadı, dinlenmedi. Halbuki insan böylesine sakin ve kenar bir sokakta bu kadar köklü değişiklikler olmaz sanırdı."