Şimdi büyümüştü ve dünyanın aslında kaynayan bir adaletsizlik havuzu olduğunu, elinden gelenin en iyisini yapmaktan başka çaresi olmadığını fark ediyordu.
Aşk dediğin nedir ki zaten? Birbirimizle olmayı başkalarıyla olmaya tercih ediyorduk işte. Birbirimizi akla gelen her şekilde heyecanlandırıyorduk. Birlikte hiç sıkılmıyorduk. Bedenlerimiz ruhlarımızın yakınlığına ayna tutuyordu.
Zihin İspanyolca, Baskça, Macarca ya da Çince konuşabilir, ama ruh, gizemlerini röntgenlemeye gelen her türlü sinsi ve meraklı ucubenin algısına açık, dilsiz bir dilde düşünür.
Hayatı boyunca hep düzen peşinde koşmuş ve öyle yaşamıştı ama ona ne yararı dokunmuştu ki? Dünya düzenli bir yer olmadıkça nasıl yaşarsan yaşa, ne fark ederdi?
Erkeklerle kadınların nasıl birbirlerinin canını yakarak zaman geçirdiklerini ve bunun yüksek ateşi olan bir çocuk karşısında ne kadar aptalca olduğunu düşünüyordum.