kendi hayatına anlam kazandıramadığını anlayan kişi, bu eksikliğini çocuklarının yaşamını değerlendirerek gidermek ister. ne var ki kendisi başarısızlığa uğrayacağı gibi, çocuklarını da peşinden sürükler. çünkü varlık sorunu ancak kişinin kendisi tarafından ve kendisi için çözümlenebilir, birinin yerine başkası çözemez; anne ya da baba başarısızlığa uğrayacaktır.
doğumdan ölüme, pazartesiden pazartesiye, sabahtan akşama tüm faaliyetler düzenlenmiş, bir örnek hale getirilmiştir. böylesi bir düzenin ağına düşen kişi insan olduğunu, tek bir birey olduğunu nasıl hatırlar?
ben hep en kötü olasılıklara kafa yorarım. şuan bile kafamda hesap yapıyorum, Nina birden havuza düşerse arabadan çıkıp koşarak ona ulaşmamın ne kadar süreceğini hesaplıyorum. kızımla aramdaki değişken mesafeye verdiğim isim “kurtarma mesafesi”, günlerimin yarısını bunu hesaplayarak geçiriyorum, yine de hep gereksiz riskler alıyorum.
eliyle konuşuyor, zorlukla hareket ediyor, artık resim yapmıyor, önceye göre daha neşesiz, nereye gidiyoruz baba diye sormuyor artık.
belki de bulunduğu yerden memnundur.
ya da artık hiçbir yere gitmek istemiyordur.
batı almanya’da, savaş sonrası kuşakları yetiştirecek örnek eğitim yöntemleri, gene eski naziler tarafından programlandı. onlar, artık geçmişten söz etmek istemiyorlardı.
insanın geliştirdiği teknik, artık kendi düğmeleriyle çalışıyor. insanlar ve politikacılar, kendi yarattıkları sistemin tutsağı oldular. onları bilgisayarlar yönetiyor.
insan varoluşunun temel nedenini kavrayamamışsa, bu dünyaya neden geldiğini ve ömrünü neden burada yaşadığını bilmezse, o zaman işte dünyaya zorunlu olarak bugün içinde bulunduğumuz koşullara sürüklenmiş demektir.
bu yazıyı cesare pavese’den şu alıntı ile bitirmek istiyorum: yaşanılacak bir yaşam vardır. üzerine binilip dolaşılacak bisikletler vardır. yürünecek yaya kaldırımları ve tadına varılacak günbatımları vardır.
ömrümü beklemekle geçirmiş olacağım, hatta çöldeki tatarları bile…
tatar çölü’nde drago tatarları bekler. onlarla hiç karşılaşmaz. beklemekten çok daha önemli bir şey var gerçi…