“Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm.” Bu sözler Nikos Kazancakis’in mezar taşında yazar. Zorba’dan alıntı değil. Ama tam da Zorba’nın dilinden.
Zorba, dünya edebiyatında en sevdiğim karakterlerden. 1930’larda geçen roman, hayattan pek bir beklentisi kalmamış mutsuz bir yazarın kendini dinlemek için geldiği Girit’te geçer. Yazar burada kaba saba ama hayata tutkuyla bağlı orta yaşlı bir adam olan Alexis Zorba ile tanışır. Zorba bu dünyanın normlarına ters hayat felsefesini genç yazara kabul ettirdikçe yazarın yaşama bakışını değişime uğratır. “Dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir, bilir misin? Yarım işler, yarım konuşmalar, yarım günahlar, yarım iyiliklerdir. Sonuna kadar git be insan.”
Zorba, yazara tutsaklığını gösterir ve aslında zincirlerini kırmanın mümkün olduğunu da: “ Hayır, özgür değilsin. Senin bağlı bulunduğun ip, öbür insanlarınkinden biraz daha uzun; hepsi bu kadar. Senin, uzun ipin var. Gidip geliyor, kendini özgür sanıyorsun.”
Zorba, aslında hepimizin olmak istediği insandır; her şeye rağmen korkusuz insan: “ Kırmızı, sarı, siyah yamalarla yamanmış, binlerce ekli ve yamaları kalın sicimle dikildiği için en büyük fırtınalarda bile yırtılmayan bazı gemi yelkenleri vardır. Benim kalbim de öyle işte! Binlerce delikli, binlerce yamalı ama korkusuz.”
Zorba’yı okuyun. Hiçbir şey ummamak, hiçbir şeyden korkmamak, özgür olmak için.