Ona sırtımı döndüğümde, sadece arkamdan bakıyordu. " Nurşan," diye fısıldadı, koruluğa doğru ilerlemeye başladım Elbisemin eteği çalılara takılıyor, koruluğun içine doğru bir hayalet gibi ilerliyordum . Her şeyini bir gecede kaybetmiş bir hayalet gibi. "Gitme," dedi, sesi bir çocuğun sesi gibiydi . "Nurşan..."
Her bir adımım ona daha çok bağlıyordu beni sanki. Gözlerimden yaşlar boşalırken ağaçların arasında kaybolmaya başladım ve sonra kadehin yola çarpılarak parçalandığı andaki gürültü yüreğimi hoplattı.
"Sensizken, suyun altındayken cayır cayır yandım . Beni hiçbir nehir söndüremez, senin de ateşini cehennem bile dizginleyemez artık. Çünkü biliyorum, o ateşi ben yaktım."
Kelimeleri sırtıma saplanan hançerler gibiydi ama konuşmuyordum.
Yürüdüm. Yalnızca yürüdüm.
"Vazgeç, Nurşan," dedi arkamdan acılar içinde.
"Bak , mahvolduk işte."
Nehrin sesini duyuyordum.
"Nurşan, gitme."
Nehrin kalp atışlarını duyuyordum.
"Nurşan, gitme."
Nehrin soğuğunu hissediyordum.
"Nurşan!"
Sesi artık binlerce yıl uzaktan geliyordu.
"Nurşan, ben sana..." Sustu, korkaktı, cesareti yoktu. Birini sevmekten korkuyordu; kabullenemiyordu. Beni seviyor muydu? "Gitme."