Şark İstiklal Mahkemesi yaklaşık iki yıl süren görevi sırasında birçok önemli davaya baktı. Bunların başında mahkemelerin kurulmasına gerekçe gösterilen Şeyh Said ve arkadaşlarının davası gelmekteydi. Ankara İstiklal Mahkemesi başlangıçta askerlikten firar edenleri yargılamakla birlikte, daha sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile alakalı yargılamalar da yaptı. Mahkemede ayrıca birçok gazeteci rejime muhalefet ettiği gerekçesiyle tutuklanarak yargılandı. Takrir-i Sükûn Kanunu’na dayanılarak birçok gazete ve dergi kapatıldı. Pek çok tanınmış gazeteci tutuklanıp hapsedildi. Eşref Edip, Ahmet Emin Yalman, Velid Ebuzziya, İsmail Muştak gibi isimler derdest edildi. Seyyid Tahir Efendi, Tahirül Mevlevi, Ömer Rıza Doğrul, Hasan Basri Çantay gözaltına alındı. Rejime muhalif olanlardan iktidara destek vermeyen gazetecilere, Şapka İnkılâbı’na muhalefet edenlerden İzmir Suikastı’yla itham edilenlere, Şeyh Said’den İskilipli Atıf Hoca ve İttihatçılara kadar farklı davalara bakan İstiklal Mahkemeleri farklı tarihlerde altışar aylık uzatmalarla yaklaşık iki yıl görev yaptı ve 7 Mart 1927’de Meclis’in aldığı kararla kapatıldı.
- Ben Size Teheccüd Namazına Kalkın Diyorum, Siz Sabah Namazına Kalkamamaktan Bahsediyorsunuz ! Sultanul Evliya, Şeyh'i Nakşibend .. Mahmud Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhu)
Reklam
Kadınlar
İrfan Bey'in kadınların ruh hallerine dair geniş bir bilgisi vardı. Daha yedi sekiz yaşında bir çocukken annesiyle birlikte mahalle camisine vaaz dinlemeye gittikleri vakit vaiz efendi mesela Hz. Yusuf'u anlatır, fakat menkıbeyi tamamlamaz, Hz. Yusuf'u kuyuda bırakırdı. Mesela vaaz Aksaray'da Kara Hamdi Camii Şerifi'nde kuşluk vakti veriliyorsa, hikâyeyi öğleden sonra İyciler Camii'nde anlatacağını belirterek kürsüden inerdi. Konu pek meraklı bir noktada bırakıldığı için bütün o kadın cemaati şeyh efendinin arkasından ayrılmaz, diğer camiye kadar giderlerdi.
Fakat, ey efendi, değerinin yüce kalmasını istiyorsan güzel yüzlülere gönül bağlama. Hattâ, ortada bir maksat olmasa bile, bundan çekin. Çünkü bu hal senin vakarını kırar.
Mahmud Efendi Hazretlerimizin Ahiret Kardeşimdir Buyurduğu Şeyh Muhyeddin el-cezerî Hz. Dışarıdayken sürekli tek gözünü kapatıp yürürmüş. Bunun sebebini soranlara ise şu cevabı vermiştir; " Yanlışlıkla gözüm harama çarparsa mahşerde iki gözümün değil tek gözümün hesabını vereyim diye birini kapatıyorum."
Kahveyi uzun müddet sadece Araplar kullandı. Bu içeceğin Suriye, Mısır, İran ve Hindistan'a yayılması bir asır sonraya rastlar. İstanbul'a bile, ancak I. Süleyman zamanında girdi. Peçevî'nin yazdığına göre, 1555 yılında, biri Halepli diğeri Şamlı iki Suriyeli; Hükm ve Şems, İstanbul'a gelir ve Taht-ul Kal'a'da (Tahtakale) iki kahvehane açarlar. Bu harikulâde içeceğin cazibesi, önce çok geçmeden, müderris, kadı vs. gibi mühim memurları çeker. Bu kahveler, onlar için saatlerce oturulacak bir merkez haline gelir. Kimi dama yahut satranç oynayarak, kimi sohbet ederek vakit geçirmeye başlar. Bu sohbetler, zamanın meseleleri üzerine değil, sanat, ilim ve edebiyat üzerine olur. Peçevî, kahvehanelere karşı gösterilen muazzam akım karşısında, imam, şeyh, müezzin gibi en masum eğlencelere bile düşman olan din adamlarının, bu büyük rağbet karşısında dehşete düştüklerini, bu içeceğe cephe aldıklarını, kahvehanelere gidenleri münkir ve mücrim ilân ettiklerini yazar. Bunların çıkardığı şamatalar ulema sınıfına da tesir etti. Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, kalben inandığından değil fakat İçtimaî sebeplerle onlardan yana çıktı. Kur'an'da bu içecekle alâkalı tek kelime bile olmamasına rağmen, kömürleşme derecesinde kavrulan her şeyin Müslümanlıkla yasak olduğuna dair fetva verdi.
Sayfa 51 - Tableau Général de Lempire Othoman: Code Religieux. Tercüman 1001 Temel Eser Serisi No:3, Kervan KitapçılıkKitabı okudu
Reklam
Çarşamba şeyhi Mahmud Efendi şöyle der: "Bir mürit mürşidi için 'niye emrediyor, niçin yasaklıyor?' derse mürit olamaz. Çünkü inat ediyor, inatla bu iş olmaz. Nitekim İsmail Hakkı Bursevî buyurdu ki: 'Talebe akıl ve şeriat ölçüsüne göre, hocasından hoş olmayan bir hal görse bile, işlerine sözlerine, hal ve hareketine asla itiraz etmemelidir. Onda gördüğü o davranışı kerih görüp hocasının bu konuda cahil olduğu, hata ettiği gibi su-i zanlarda bulunmamalıdır. Aksine hatayı kendi göz ve idrakinde aramalıdır." Oysa sahabe bile "Ya Resulallah! Bu Allah'tan mıdır, senden midir/senin reyin ile midir?" diye soruyordu. Peygamberin reyi, içtihadı ile verdiği bir karar ise, "bu yanlıştır" diyebiliyorlardı. Çünkü peygamber onları böyle yetiştirmişti.
Sayfa 194 - Kırmızı Kedi YayınlarıKitabı okudu
Mürit nefsini öldürme namına şeyhin önünde alçaltılır, şahsiyeti yok edilir. Köpeklerin yediği yerden yemek yemeye zorlanır. En pis işlerde çalıştırılır. İzzet-i nefsi yok edilir. Aklını kullanmasına kesinlikle izin verilmez. Çünkü karşılarında Allah'ın tüm sıfatlarıyla kendisinde tecelli ettiğine inandırılan "Şeyh Efendi Hazretleri" vardır.
Sayfa 191 - Kırmızı Kedi YayınlarıKitabı okudu
"Bana pirliği 2005 yılında vefat eden Hasan Burkay Efendi verdi. Hasan Burkay Efendi beni badeledi. Badelemek benim tarikatıma göre pirin cinsel organını yalayıp öpmek ve sonra gelen sıvıyı içmektir. Pirin cinsel organından gelen sıvı sperm değildir, beyaz başka bir sıvıdır. Bu sıvı sadece pirlik verilmiş kişiden gelir. Pir olan kişiye herhangi bir şahıs badeleme yapamaz. Pir olmadan önce kendisinin piri olan şahıs tarafından badelenir."
Sayfa 54 - Kırmızı Kedi YayınlarıKitabı okudu
"Eşim Ahmet Ş. ise bana her zaman 'Hoca efendi ne derse sen onu yapmak zorundasın, ne derse onu yap' diyordu. Benim dergâha başlamamdan yaklaşık 4-5 ay sonra benimle cinsel ilişkiye girmek için hoca uğraştı. Bana her zaman cinsel ilişkiye girmezsek ve onun dediklerini yapmazsak ve emirlerini yerine getirmezsek bana şefaatlik
Sayfa 46 - Kırmızı Kedi YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Kesinlikle meczup değildi Ali Dede. Tekkedeyken semâîmiş. Bir gün, semâ hakkında sordum, 'Dedem, elbet siz semâ meşk ederken vecde giriyordunuz...' Hemen sözümü kesti, 'Aslaaa!' dedi. 'Semâ meşki esnasında vecd olabilemez. Biz orda on sekiz bin âlemi anlatırız. Vecd gaflettir. Bir anlık gaflet, bütün mükevvenâtı madûma kaydırır maazallah!..' Mevlevîhanelerde ideal semâî sayısı da on sekiz. Her semâî bir âlemi temsil ediyor demek ki. Daha sonraları ücra tekkelerde derviş sayısı az olduğundan üç ve üçün katları olarak kararlaştırılmış. Ali Dede tekkeye Şeyh Celâleddin Efendi zamanında intisab etmiş. Semâîlik yanında bir de sedefkârlık öğrenmiş.
Sayfa 40
Abdülbâki Baykara Efendi'nin babası ölüp de kendisi şeyh olunca, ilk işi oğlu yaşında bir hatunla evlenmek olmuş. Yaşı kemale erip kendi kemale erememiş her erkek gibi, Şeyh Hazretleri de yeni hatunu herkeslerden kıskanır olmuş. İlle de on yedi yaşında fidan gibi delikanlı olan Gavsi'den. Ve bir gün oğlunu tekkeden kovacak kadar ileri gitmiş kıskançlığı. İşte Gavsi Baykara o yaşından beri sazına yaslanarak kazanmış ekmeğini. Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra tekkelerin kapatılacağını anlayan Abdülbâki Efendi, mütevelli heyetini toplayıp durumu kendi zaviyesinden arîz amîk anlatmış. Ve 'Arkadaş, Osmanlı'nın yasağı üç gündü. Bunlarınki de olsa olsa beş gündür! Tekkeye ait akaretin devlete geçip şuna buna peşkeş çekilmesini görmektense, gelin şunları bana satmış olun. Günü gelince tekkenin malı tekkeye kalır' demiş. Eh, karşılarındaki koskoca şeyh!.. Biri, 'Efendim taksim etsek de, nazarları celbetmesek' diyecek olmuş. Şeyh Hazretleri Allah beterinden saklasın, azıp kudurup, 'Bre herüf kal'a zaptettük de ganâim mi üleştirürsün? İnşallah sen tez vakitte geberende veledin tekkenin emvalini iade eder mi? Tüh yüzüne!..' deyip lafı kapatmış. Kapatmış ki kimse kalkıp da, 'Efendi, ya senin evlatların da iade etmezse?' sorusunu sormaya. Taa bin yedi yüz bilmem kaçlardan beri bu tekke bu ailenin meşâyihi altında. Abdülbâki Nasır Dedeler, Ali Nutkî Dedeler... Artık kim 'Gık!' diyebilir. Muameleler bittikten sonra, Şeyhin kerameti gerçekleşince, devlet tekke binasından başka emlak bulamamış gaspedecek.
Sayfa 29
Osman Dede'nin ayağa kalkarak karşıladığı ender kişilerden biri de Gavsi Baykara. Yenikapı Mevlevîhanesi'nin son şeyhi Abdülbaki Baykara'nın büyük oğlu. Ortadan biraz uzunca, keskin bakışlarını alaycı bir gülümsemeyle derinleştiren, insanlarla hissettirmeden dalga geçen bir adamdı. Ana dili Arapça, baba dili Farsça da tekke dili Türkçe. 'Olur mu öyle şey?' demeyin. Bu şeyhzade kısmının eğitimi bambaşka oluyor. Annesiyle konuşması gerektiğinde Arapça söylemek zorunda. Kadıncağız, (O da bilmem hangi tekke şeyhinin kızı) oğluna Türkçe bilmezi oynuyor. 'Annemin Türkçe bildiğini Sultanî'ye (Galatasaray Lisesi) başladığım zaman öğrendim' derdi hoca. Babasıysa Türkçe ve Arapça sorulara cevap bile vermiyor. İlle de Farsça olacak. Şeyhzadelerin, iptidai dediğimiz ilkokul tahsili tekkede. İşte Türkçeyi de orada kullanıyor. Maarifin cebrî derslerine ilaveten, Yunanca da öğrenmesi lazım. Heybeliada'dan bir daskalos tutmuşlar. Adamcağız her Allah'ın günü Heybeli'den kalkıp taa Yenikapı Mevlevîhanesi'ne gitmek zorunda. Kolay mı, meşîhatle Patrikhane arasında şifahi anlaşma var. Bu böylece bir yıl kadar devam etmiş, daskalos İslamiyeti seçip kapağı tekkeye atınca Rumlar yaygarayı basmışlar. 'Verin pâreliyelim!' diyecekler akılları sıra. Şeyh Efendi de 'Buyrun alın' demiş. Sonra da, 'Sıkıysa!' lafına da benzer bir şeyler söylemiş. Ortalık sütliman. Yaa... Osmanlı tarih boyunca kimbilir kaç Yâni'yi Kâni yapıvermiş. Hem de yaşına başına bakmadan.
Sayfa 28
Müslimânlık, oyun, müzik, sihrbazlık, hokkabazlık yapmak değildir. Osmânlı devletinin Şeyh-ül-islâmlarından büyük âlim Ahmed ibni Kemâl efendi “rahime-hullahü teâlâ”[1] (El-münîre) kitâbında diyor ki, “Şeyhe ve mürîde ilk lâzım olan şey, islâmiyyete uymakdır. İslâmiyyet, Allahü teâlânın emr ve yasak etdiği şeyler demekdir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir kimsenin havada uçduğunu ve deniz üzerinde yürüdüğünü yâhud ağzına ateş koyup yutduğunu görseniz, fekat sözleri ve işleri islâmiyyete uygun olmazsa, onun büyücü, yalancı, sapık ve insanları doğru yoldan sapdırıcı olduğunu biliniz!)”. Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahime hümullahü teâlâ” bildirdiği hakîkî islâm dîni, bütün hurâfelerden uzak, akl-ı selîme muvâfık bir dindir.
Sayfa 403 - Hakikat KitabeviKitabı okuyor
Fatih, fetihten hemen sonra sultanlığı bırakıp, İstanbul'da bir semte adını veren Vefa hazretlerine derviş olmak istemişti. Bu veli, "sen saraya geri dön, senin dervişliğin insanları iyi yönetmektir" diyerek onu reddetmişti. Kanunı'nin süt kardeşi Yahya Efendi de büyük bir şeyh idi. Kanuni zaman zaman onu ziyaret edip nasihatlerini alırdı.
Sayfa 215
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.