"Mike Shane'i öpmek diyorum."
"Herhangi bir oğlanı öpmek gibiydi sanırım/
"Çok oğlan öptün mü?"
Rahat bir tavırla omzunu silkti ve gömleğinin kollarını sıyırdı. Sağ kolu bir önceki gün olmadığına em in olduğum mor
çürüklerle doluydu.
“I love you,” said Shane. “Dramatically, violently, and forever.”
She kissed the top of his head, smiling brighter than the sun.
“I’ve always loved you,” he whispered.
“What a coincidence,” she whispered back. “I’ve always loved you,
too.”
“Mercury, Venus, Earth, Mars, Jupiter, Saturn, Uranus, Neptune.”
Shane folded his arms across his chest. “When you wanna fight, recite
them in your head. It’s called a mantra. A mantra’s like a magic spell for
your brain, telling it to chill.”
Geri geri kaçışını izledim. Siyah yorganın üzerinde kaymak gibi cildi mükemmel bir zıtlık sergiliyordu. Yastığıma
yaslandığında saçları tüm yüzünün üzerine dökülmüş; altın
zinciri, ebedi aşkımızın bir hatırası olarak boynundan sarkmıştı.
Hiç tereddütsüz yatağa tırmandım ve omuzlarımdan sarkan gömlekten kurtuldum. Ağzını, boynunu, kollarını,
İnsanlar olarak doymak nedir bilmediğimizden neredeyse mutsuzuzdur. Arzu ettiğimiz şey uğruna onca ter döküp ona ulaşırız ve ardından, ilgimizi her seferinde kaybederiz. Tatmin olacağımız yerde canımız sıkılır ve bu sıkıntı karşısında daha başka daha büyük şeylere kayar gönlümüz.
Shane Frederick ve George Loewenstein adında iki psikolog, bu fenomen üzerine çalışmış ve buna bir ad takmışlardır: Hazza alışma (hedonic adaptation).
Dinlediğim müziği, gittiğim yerleri, giydiğim kıyafetleri bile Shane' e göre belirliyorum. Çünkü onu seviyorum ve bana göre sevmek, onun yaşamını oluşturan şeyleri de sevmek anlamına geliyor.