Yaşadım da yoruldum, bir ağır-işçi gibi
Uyudum da uyandım, binlerce kişi gibi
Bana düşünmek vardı, payıma onu aldım
İşledim de işledim bir hüner-işi gibi
Horlandı, beğenildi; inandım, alınmadım
Yolun geleceğini çizdim, geçmişi gibi
Zor dönemler olmadı-değil, olsundu, oldu.
Ne koştum ne de durdum, kaçak gidişi gibi
Bu konuyu burada bırakıyorsam birden,
Olmasın diyedir bir şeyin bitişi gibi.
Merhaba. Ayın bir diğer okuduğum kitabı Şule Gürbüz'ün "Ne Yaştadır Ne Başta Akıl Yoktur" tiyatro oyunu oldu.
Okuduğum en farklı tiyatroydu. Perde değil de yedi sahneden oluşuyor.
Önsöz de, Oruç Aruoba traji-komik olarak nitelendiriyor oyunu. Daha çok ölüm ve arayışın olgusunda durulan oyunda Oruç Aruoba, "akıl, ölüm ve
O esrarlı yangına bu can nasıl dayandı?
Sahile vurdu kalbim,su yandı,kum da yandı.
Bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum,
Ölüme başkaldıran dertli uykum da yandı.
Yurdundan mahrum edip dolaştırdın Cem gibi.
Ruhumla söndü alev,sonra ruhum da yandı.
Kül oldu bir yiğidin figanıyla her umut.
Bülbülün küllerine konan puhum da yandı.
Böylesi bir yangını görmedi Nemrut bile.
Kaktüsün gölgesinde nazlı âhım da yandı.
Âhımdır zannederdim en belalı kıvılcım,
Kirpiğine dokunan kanlı âhım da yandı.
Bir damla su ver bana ey çöl! Bari sen küsme.
Kalmadı hiçbir şeyim bak,günahım da yandı.
Yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme.
Ülkem yıkıldı heyhat!
Ordugâhım da yandı.
Köleleri her akşam duman kıldı gözlerin,
Başıma tâc ettiğim padişahım da yandı.
İlk defa böylesine tutuştu gökkuşağı.
Renklerim siyah oldu ve siyahım da yandı.
O'ndan başka ne varsa yandı,
Yandık sen ve ben.
O'nu göreyim diye,kıblegâhım da yandı.
13 Kasım 1973: Atsız Toptaşı Cezaevi'nde
Dört aylık rapor Adli Tıp'ta Kasım ayına kadar bekledikten sonra kabul edilmemiş; reviri olan bir cezaevinde cezanın çekilebileceği belirtilmiştir. Bunun üzerine Atsız, "13 Kasım 1973 Salı günü davet edildiği Bostancı Karakolu'ndan İstanbul İnfaz Savcılığına sevk edilmiş ve orada resmî
Yüzlerce veda
31 EKİM 2016
‘Bana bir hikâye anlat’ dedi adam. Sesi, yaşamaktan yorulmuşların bezgin tınısını taşıyordu. ‘Bana bugüne dek duymadığım bir modern zaman hikâyesi anlat’. Durmuş kalp için bir elektroşok. Ona içinde nefes alacağı bir hikâye sunabilir miydim? ‘Veda etmeyi biliyor musun?’ dedim, ‘hiç vedalaşamadan bir sevdiğini toprağa
Zihnimin her bir köşesinde, tozlanmayan sen.
Evet bayım, sana diyorum!
Derin bir özlemle anıyorum.
Kaçamak bakışlarda yakaladığım saniyelik ay tutulmasını
Sesinde demlediğim telaşlı, şaşkın duyguları
Düşündükçe sana ait kısacık mutlu anıları.
Bir hasret yakıyordu senli tarafımı.
Bayım, hala gururun şımarık bir çocuk gibi yaramaz mı?
Hala
Bağrımızda beslenen engerekler uyandı
Zehirlendik, ihanet isyana yol bulunca
Dalâlet şahdamara bıçak gibi dayandı
Kalbimizden âleme bakan göz kör olunca
Güneşi tez gördük dağlarda
Ormanın ay çiçeği gibi uyanan hayvanlarıyla
İlk iş gövdemizin acıktığını anlamak oldu
Gittik kokladık ekmeğimizi tarlalarda..
Aslında uzun zaman önce bitirmiştim ama okudum seçimini yapmayı unutmuşum.
Didem Madak... Okuduğum her sayfada "Bu nasıl bir teşbih?!" deyip durduğum bir kitap oldu. Şiir kitaplarını bilirsiniz - tabii çoğu kitaba da özgüdür. Her okuyan kendi yalanmışlıklarına göre hisler barındırır, anlamı da ona göre yükler. Bu kitapta hepimizin ortak yanlarına da atıf var. Çocukluk olsun, gençlik olsun...
Günaşırı okuyasım geliyor. Çünkü bazen içimdekileri uyandırmak istiyorum bazen de içimdekilere uyan cümleleri bulmak. Daha çok birincisi gerçekleşiyor bu kitap için. Çünkü gün içinde, sürekli, başka uğraşlarla devam ettiğim için - daimi gereksinimler - uyandırma ihtiyacı doğuyor. Ruhumu canladırıyor, buna canlandırmak denirse tabii. Melankoliyle beslenen bir ruhu canlandırmak mı? Müphem.
Didem Madak'ın bu kitabıyla başlamış bulundum. Diğerlerini de okumak istiyorum. İlkinin yeri ayrı olacakmış gibi duruyor ama denemek lazım.
Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiçbir zaman sevmedin beni
Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi
Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini
-1-
Bir kuş tanıyordum ki, baharda,
Salkımlar açan bahçemin üstünde uçar da Akşamların ürperdiği bir sesle öterdi.
Besbelli, bu iklime yabancı,
Nerden koparak geldiği meçhül,
Endâmı uzun, tüyleri parlak, sesi vahşi
Bir kuş.
Akşamla yatan köyde sadâlar durulunca, Mehtaba yakın, gölgeli bir nokta bulunca, Hicranla kısılmış, heyecanlarla