Hilkat, eserin insanda otomatik bir biçimde rezonans yapacağı bir özde oluşuna yatkındır. Eşya ve insan ilişkisi yaradılıştan bu kuruluştadır. Aracılara pek gerek yoktur veya onlara en azından sınırlı bir görev düşmektedir. Reklâm ve propaganda, eserin kendini tanıtma gelişimi, gelişme zinciri içinde, ölçüsünde kalma zorundadır. Bundan ötesi, sınırı aşmadır. Sınırı aşan içinse, bir filozofun dediği gibi, sınır yoktur. Usta - şakirt ilişkisi, had bilme ve edeb anlayışlarıyla sıkı sıkıya bağlıydı bu görüş. Modern Batı böyle düşünmüyor. Ona göre, tanıtma, haber verme, ayrı bir değer katmaktadır işe ve esere. Reklâmsız iş, propagandasız eylem, tanıtmasız eser, henüz tamamlanmamış olmaktadır. Yarımdır, eksiktir bu iş, bu eser, bu eylem. Varoluşla varlık arasındaki fark, çağın, bir yüzük gibi insanın boynuna geçirdiği tanıtılma, anlatılma halkası, hâlesi farkıdır. Güvercinlerin boynunda bulunan ve ölünceye kadar taşıdıkları “aşk gerdanlığı” gibidir reklâm ve propaganda halkası çağın boynunda. Bu düşünce, Batıyı bir reklâm ve propaganda bataklığına sapladı. Kentlerin ana caddeleri, hikmet gözüyle bakıldığında, mezartaşlarındaki yazıları andıran tabelâlarla dolu. Sinema, radyo, televizyon yayınları, duvarlar, ruh asalağı, zihin paraziti reklâm ve propaganda akıntısıyla bulanmış. Topluma düzen verme iddiasından doğmuş siyasi partiler bile reklâm ve propaganda ile ayakta durmaktadırlar.