Bu andan sonra dünya gitgide uzaklaşıyor, uzaklaşıyor, tam yok
olmaya yüz tutmuşken Zehra bir ses duymaya başlıyor.
Sağ yanağını ısıtan mermerin altından gelen, yumuşak, tekdüze,
inlemeyle yakınma arası ama ne dediği anlaşılmayan, boğuk bir ses bu.
Elbette boğuk olacak, çünkü çok derinlerden geliyor gibi.
Zehra bir süre sonra bu sesin
Aynı ölmüyor herkes
Kimi azala azala
Ağaç geleneği temsil ediyor
Oysa hızlı trenler ölçüyor hayatı
Gecikme bağışlamayan adımlar
Çürük terazilerde ağır çekiyor
Başkalarına benzemenin karanlık imkanları
tartıyor içimizi
kendini kemirirken başarıyla işaretli yollar, yokuşlara sunulan fırsat
Alçak denklem trapezde genleşiyor
Kanına düşen
Kupa Meyhanesi’nde tek bir müşteri vardı:
Devlet güvenlik örgütünde görevli sivil polis Bretschneider.
Meyhaneci Palivets bardakları yıkıyor, Bretschneider de onu kapana
kıstırmaya çalışıyordu, ama boşuna. Palivets, ağzı bozuğun tekiydi.
“Göt”ten, “bok”tan, “sıçmak”tan başka laf bilmezdi.
Ama aslında mürekkep yalamış adamdı;
önüne
İlerisi için bir iktidar olasılığı belirince, arada söylemiş olduğu sözleri teker teker geri alma eğilimi içinde mi?
Söz dediğin nedir ki zaten?
Onları belirsizleştirecek, iki üç anlamlı kılacak biçimde birçok kez tekrarlarsın...
Nazım Hikmet'ten okuduğum ikinci kitapla karşınızdayım. Bu seferki yolculuğum 1930-1940 yıllarına oldu. O dönemdeki ezen-ezilen, zengin-fakir, çatışmalarını iç içe harmanlamış Nazım Hikmet. Marksizm etkisiyle şiirlerdeki müzikli ahenki okurken hemen tanıyorsunuz. Makinelerin sesini...
Bu eserin ilk bölümü "Benerci Kendini Niçin
Mezarlık çocukları, meydandaki çeşmenin çevresindeki ağaç gölgelerinin altında birikmiş gülüşüyorlardı.. Oğlanlar mezarların mermer çerçevelerine oturmuş şakalaşırken, kızlarda ölü yakınlarının bıraktığı çiçeklerin kafalarını koparıp birbirlerinin saçlarını süslüyordu.. Bazıları okula gidecek yaşa gelmemiş, bazıları okula hiç gitmemiş, bazıları da