Büyük kentte çoktandır görülmeyen şeyler oluyordu: Yol üstünde oynayan çocukları gören şoförler arabalarını durdurup onlara gülümseyerek bakıyor, hatta içlerinden bir bölümü araçlarından aşağı inip onlarla beraber oynuyordu. Caddelerde karşılaşan tanıdıklar durup birbirlerinin hatırlarını soruyor ve ayaküstü kısa sohbetler ediyorlardı. İşe gidenlerin artık pencere önlerindeki çiçekleri seyredecek ya da küçük bir kuşa yem atacak kadar vakitleri vardı. Doktorlar hastalarıyla tek tek ilgilenmeye zaman ayırabiliyordu. İşçiler işlerini severek ve huzur içinde yapıyordu, çünkü kimse onları en kısa sürede en çok iş diye sıkıştırmıyordu. Herkes her şeye dilediği kadar zaman ayırıyordu, çünkü artık bol bol zamanları vardı.
Ama öncekinden farklı bir durum vardı artık. Şimdi insanların bol bol zamanı olmuştu. Herkes çok sevinçliydi. Bunun aslında, vaktiyle kısıtladıkları kendi öz zamanları olduğunu ve şimdi onlara döndüğünü asla bilemediler.
Yalnız geçirdiğin saatlerden sana ne kaldı? Seni ezen bir lanet, seni patlatan bir sıkıntı, seni boğan bir deniz, seni kahreden bir keder. Bütün insanlardan soyutlandın.
Sana şunu söyleyeyim Momo, hayatta en tehlikeli şey, gerçekleşmiş hayallerdir. Hele benimki gibi olursa! Artık hayal edecek hiçbir şeyim kalmadı. Sizlere dönsem bile artık orada hiçbir işe yaramam. Her şeyden bıktım ben.
Oyunları onlara bakıcıları öğretiyor ve bu oyunlar hep yararlı bir hizmet şeklinde oluyordu. Ama bu şeyler olurken de bazı şeyleri unutmaları gerekmişti. Neleri derseniz; sevinmeyi, hayal kurmayı ve heyecanlanmayı unuttular.