Eğer bir memlekette sokak hayvanları korkusuz ve rahat içerisinde dolaşabiliyorlarsa o memleketin insanları yardımsever, merhametli ve iyi insanlardır.
Dini olsaydı hayvanların
İnsan olurdu şeytanları.
Türümüzün gidişi
Hırsının köleliğinde
Dünyayı tüketmesi.
Yazdığımız masalın
Çıkmaz sokak yolcularıyız.
İnsan insan olduğunu bileli
Hayvanları aşağılayıp
Kendini yüceltti.
Türkiye nedir? O her zaman birileri tarafından aranan bir şeydi.
Ne olduğunu henüz bilmeden sevenler tarafından, ne olduğunu en başından sezip de sevmeyenler tarafından, ne olduğunu henüz bilmeden sevmeyenler ve ne olduğunu en başından sezip de sevenler tarafından. Ona ait olanlar, ona yaslananlar, ona tapanlar tarafından.
Ona itiraz edenler,
Osmanlı toplumu, sözün tam manasıyla bir "sevgi, şefkat ve yardım toplumu"ydu. Devlet, "Hayat ve Hayrat Devleti", insan "hayrat ve hasenat insanı"ydı. Komşu açken tok uyumayı Peygamber dergâhından kovulma anlamına alır ve çevresine elinden gelen her türlü yardımı yapardı.
Gezgin Guer başka bir örnek veriyor:
“Hayvanları beslemek için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu adamlar sokak başlarında sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar... Sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık Müslümanlara bile rastlamak mümkündür...”
Sayfa 44 - Nesil Yayınları, 17. Baskı, Mart 2016Kitabı okudu
Bir gün belki karşılaşırız;
Bilinmeyen bir zamanda,
Bilinmeyen bir şehirde,
Bilinmeyen bir şekilde...
Savaşlar bitmiş olur belki;
Bütün çocuklar mutlu,
Herkesin karnı tok,
Ülkenin gençleri de umutlu...
Sokak hayvanları mutluluktan sallar kuyruklarını,
Etraftaki yeşillikten alamayız gözümüzü,
Belki yine el ele tutuşuruz
Hatta sımsıkı sarılırız belki de kim bilir.
Tanrıça İnanna, Gilgameş'e daha Huluppu ağacını kestirdiği zaman göz koymuştu. Fakat o sıralarda Tanrıça'nın bir sevgilisi vardı. B ir gün her nedense ona kızmış ve ondan ayrılmıştı. Gilgameş'i, canavarı öldürüp elini yıkadıktan ve kendisine eski düzeni verdikten sonra ilk gören Tanrıça İnanna oldu. Çok yakışıklıydı.
Sokak hayvanları denilen kedi ve köpek sorunu günümüzde olduğu gibi geçmişte de içi boş bir batılılaşma serüvenine giren, modern kent arayışlarının başladığı Osmanlı toplumunda yönetici elitlerin ve gayrimüslim tebaanın da en önemli sorunlarından biriydi. Aslında Tanzimat dönemine kadar, Osmanlı Mahallesi köpekleriyle mutlu ve mesut bir hayat yaşıyordu. Bu hayvanlar yaşadığı kentin bir sakini olarak görülürdü. Osmanlı insanı, İslam'ın onu donattığı rahmet elbisesi sayesinde, bu hayvancıklara, "Ağzı var dili yok Allah'ın yarattığı garip mahluklar" vicdanıyla bakardı. Onların beslenmelerine özen gösterilirdi. Mancacılar denilen omuzlarındaki sırıklarda dalak ve ciğer gibi sakatatlar taşıyan kişilere ücretler verilerek köpeklerin her gün düzenli bir şekilde beslenmesini sağlamak için çeşitli Vakıf müesseseleri kurulmuştu. Mesela 1778 tarihli, Rumeli Hisarı civarındaki Hacı Seyyid Mustafa Vakfı sırf bu amaç için kurulan bir hayır kurumuydu.