Şair olmak,insan olmaktır. Günlük davranışları şiiriyle hiç bağdaşmayan bazı insanlar tanıyorum, yani sadece şiir yazdıklarında şair oluyorlar,sonra bitiyorlar(...) İşte ben bu adamların sözlerini kabul edemiyorum.
“Furuğ, oğlu Kamyar dünyaya gelene kadar kadın bile değildi,
çocuktu. On dört on beş yaşlarına kadar da çok çirkindi
ve bu çirkinliği onu rahatsız ediyordu. Ancak ne zaman
ki Kami dünyaya geldi Furuğ çiçek gibi açıldı. Birdenbire güzelleşti
ve bundan sonra onunla Şapur arasında anlaşmazlık
şiddetlenip arttı. Bu anlaşmazlık her ne kadar onların duygusal
ilişkilerinden ileri gelmiyorsa da baldızım Furuğ sert mizaçlıydı.
Eğer o sevgiyle insanlara yöneldiyse sezgisel ve duygusal
açıdan değil belki tamamen buz tutan kalbinin sevgi
eksikliği yönündendir. Bilahare anlaşmazlıklar büyüdü ve
Furuğ hastalandı, bir müddet Rizaiye’de bir sanatoryumda
yattı. Sanatoryumdan çıktığı zaman yine uzun bir müddet
durumu kötüydü... Furuğ ve Şapur iki ayrı dünyanın insanıydılar.
Furuğ çok hassas, huzursuz ve çılgındı. Şapur ise mantıklı,
hesabını kitabını bilen, bütün erkekler gibi kendine has
bir tarzı olmayan basit bir adamdı. Anlaşamadılar.”
Soğuk mevsimin eşiğinde
yeryüzünün kirlenmiş varlığını idrak etmenin başlangıcında
ve gökyüzünün mahzun ve basit yeisinde
ve bu çimentolu ellerin güçsüzlüğünde
işte bu benim
yalnız bir kadın
Genel olarak Avrupa diye bilinen güneydeki ülkeler, zihnimizde bir özgürlük ve medeniyet görüntüsü canlandırıyordu. Eğer İtalya'nın geçmiş medeniyetini ve sanat tarihini şu an var olandan ayıracak olursak geriye kesinlikle enteresan bir şey kalmaz. Güya bir Avrupa ülkesine yolculuk
etmiştim, burada İran’da var olan aynı baskı ve karabasanla karşı karşıya kaldım. Batıl inançlar en rezil şekliyle İtalyan halkının içinde hüküm sürüyordu. İran’da tedavisi zor, ağır hastalıklar için muskacı ve üfürükçü Hanbacı teyzelere gidenlerle her zaman alay ediyorduk ancak ben burada dertlerinin bütün ilacını, papa bir defa başına koyduğu için onlara göre kutsal olan gece takkesinde arayan gençlere rastladım. Aradaki fark, muskacılık yapan Hanbacı teyzeler cahil ve çok fazla fikir geliştirmelerine izin verilmeyen bir çevrede yaşıyorlardı, kutsal külahlara itilen gençler ise genellikle Roma Üniversitesi’nin öğrencilerindendi.