K. Kolomb dini ile çeliştiği için keşfini reddetti.
Kolomb bu hatayı ömrünün sonuna kadar sürdürdü. Kendisi ve o çağda yaşayan pek çok insana göre hiç bilinmeyen, tamamen yeni bir kıta keşfetmiş olması düşünülemezdi. Binlerce yıldır, büyük düşünürler ve akademisyenlerle asla yanılmayan kutsal metinler sadece Avrupa, Afrika ve Asya'dan bahsetmişti. Hepsi yanılıyor olabilir miydi? İncil dünyanın yarısını es geçmiş olabilir miydi? Bu tıpkı 1969'da Ay'a doğru giderken Apollo 11'in, o ana kadar bilinmeyen, bir şekilde hiçbir gözlemin tespit etmeyi başaramadığı ve dünyanın etrafında dönmekte olan başka bir aya çarpması gibiydi. Kolomb'un cehaletini inkar etmesi, her şeye rağmen ortaçağ insanı olduğunun kanıtıydı; tüm dünyayı bildiğine kesinlikle emindi ve çığır açıcı keşfine rağmen gene de farklı düşünemedi.
Sizi ayartmak için başvurmayacağı numara yoktur şeytanın! Öğrenmekle bitmez. Eğer yeterince uzun bir süre yaşasaydık kendimize yeni baştan bir mutluluk başlatabilmek için nereye gideceğimizi şaşırırdık. Her tarafa serpiştirirdik o mutluluk ceninlerini, dünyanın dört bir tarafında leş gibi koksunlar diye ve artık nefes bile alamayacak hale gelirdik. Müzede duranların, yani gerçek ceninlerin, görüntüsü dahi hasta etmeye yetiyor kimilerini, hem de kusacak derecede. Bizim bir o kadar iğrenç olan mutlu olma girişimlerimiz de öylesine fos çıkıyor ki, bu durum insanı hasta ediyor, hem de adamakıllı öldürmeden önce, enikonu süründürerek. Eğer bunları belleğimizden silmesek bir daha iflah olmazdık. Üstelik o umutlarımıza, dejenere olmuş mutluluklarımıza, taşkınlıklarımıza ve yalanlarımıza heyecan katmak adına vardığımız şu noktaya gelebilme uğruna ne emekler harcadığımızdan ise hiç söz etmesek daha iyi olur... Sen misin isteyen! Ya paralarımız? Ya bir de o sonu gelmeyen nazımız niyazımız, ömrü billah yeme de yanında yat... Peki ya ille de söz verdiğimiz, verdirdiğimiz ve bizim aklımıza gelmelerinden, ağzımızı doldurmalarından önce başkalarının hiç söylemediğini ya da söz vermediğini sandığımız o şeyler, hele de parfümler ve okşamalar ve kaş göz işaretleri, daha da neler neler, sonunda bir kusmuk gibi geri çıkartılıp önümüze atılmasından korktuğumuz ve daha fazla sözünü etmekten utandığımız için hepsini elimizden geldiğince bir köşeye sakladığımız tüm bu şeyler. Bizim eksiğimiz gediğimiz yeterince sebat etmemek değildir, hayır, sorun, sakin bir ölüme giden doğru yolda olmaktır.
Reklam
“Gerçek gençlik, biricik gençlik, Papaz efendi, herkesi ayrım gözetmeksizin sevmektir, bir tek budur gerçek olan, bir tek budur genç ve yeni olan. Şimdi söyleyin bakalım, Papaz efendi, siz bu tıynette kaç genç tanıyorsunuz ha?.. Ben hiç tanımıyorum!.. Her yerde, piyasaya çıkalı az ya da çok zaman geçmiş bedenlerde mayalanmakta olan kapkara, bildik dangalaklıklar görüyorum yalnızca, üstelik bu pespayelikler ne kadar mayalanırsa gençler bir o kadar ciddiye alıyorlar onları, o zaman da bir o kadar rahat iddia ediyorlar müthiş gençler olduklarını! Ama doğru değil, tırışkadan nağmeler bunlar... İçi cerahat dolu olduğu için şişen ve içine acı veren çıbanlarınki ne tür bir gençlikse, onlarınki de öyle.”
Yıllar sonra bunları yeniden düşündükçe, bazen kimilerinin kullanmış oldukları sözcükleri ve bizzat o kişileri yeniden yakalayabilmek mümkün olsa keşke diyesi geliyor insanın, bize tam olarak ne demek istemiş olduklarını sormak için... Ama giden gitmiş!.. O zamanlar onları anlayacak kadar eğitimli değilmişiz... Oysa merak ediyor insan, hani olur ya, şimdi fikir değiştirmişler midir acep diye... Ama artık iş işten geçmiş... Bitmiş!.. kimse onlar hakkında hiçbir şey bilmiyor artık. Bu durumda gecenin içindeki yolculuğunuzu tek başınıza sürdürmekten başka çare de kalmıyor. Gerçek yol arkadaşlarımızı yitirmişiz. Üstelik, henüz iş işten geçmeden, doğru soruyu, esas soruyu da soramamışız onlara. Onların yanındayken bilememişiz. Yitik insan. Zaten her zaman geç kalmaz mıyız? Bütün bunlar artık beş para etmeyen son pişmanlıklardır.
Gençlerin sevişmek için o kadar acelesi vardır ki hep, eğlence olsun diye onlara yutturulan her şeyi havada kapmaya o kadar heveslidirler ki, duygu ve heyecanlarını pek de ince eleyip sık dokumazlar. İki düdük arasında, büfede önlerine konan her şeyi silip süpüren yolculara benzerler. Hele bir düzüşme sohbetlerine çeşni olacak iki üç ufak nakarat sunun bakın bu gençlere, nasıl da mutlu oluyorlar. Kolayca mutlu olabiliyor gençler, zaten her şeyden önce de diledikleri kadar doyuma ulaşabiliyorlar, doğru!
İnsanın doğması hiçbir şekilde kendi seçimi ve arzusu sonucu olmaz, dünyaya gelmek isteyip istemediği insana sorulmamıştır. Doğa, ona verdiği ana, baba ve ülke hakkında kendisinin oyunu almamıştır. İnsanın edindiği düşünceleri, görüşleri; yanlış, doğru bütün bilgileri; aldığı ve üzerinde asla hakimiyet kuramadığı eğitiminin ürünüdür. İhtirasları, özlemleri, doğanın kendisine vermiş olduğu yaratılışın, kendisine telkin edilmiş olan düşüncelerin zorunlu sonucudur. Hayatı boyunca istekleri, eylemleri hep insanın ilişkisinin, alışkanlıklannın, işlerinin, haz duyduğu şeylerin, konuşmalarının, elinde olmayarak bir kelimede kendini gösteren düşüncelerin, üzerinde hiçbir türlü hüküm ve nüfuzu olmadığı birçok olayın eseridir. Geleceği önceden görmeye gücü yetmediğinden, insan, yaşadığı anı izleyen anda ne isteyeceğini ve ne yapacağını bilmez. İnsan doğduğu andan yaşamının son nefesine kadar bir an özgür olmaksızın yaşamının sonuna varır.
Sayfa 151 - Kaynak yayınlarıKitabı okuyor
Reklam
1,000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.