KAPAK KIZI - AYFER TUNÇ
Serinin ilk kitabı ‘KAPAK KIZI’
İkinci kitabı ‘YEŞİL PERİ GECESİ’
Üçüncü kitabı ‘OSMAN’ Bilginize…
Ayfer Tunç kaleminden okuduğum üçüncü kitap ‘Kapak Kızı’ oldu. Kalemini çok seviyorum, gerçekten insanın içine işliyor. Karakterlerin iç dünyasını da çok güzel yansıtıyor Kitaplarını okurken karakterlere bürünüyorum adeta,
Üzerimizdeydi, bir yıldız denizin burcunda,
Işığıyla dokuzuncu ölüm dalgasını arıyordu,
Sen felaket ve acı diyordun ona,
Ama bir kez olsun sevinç demiyordun.
Gündüzün, bir kırlangıç, önümüzde savruluyordu,
Gülümseyişti, açıyordu dudaklarımızda çiçeklerle,
Geceleyinse buzdan elleriyle boğuyordu
İkimizi birden. Ayrı kentlerde.
Ve son verip belleğinde tüm eski ayıplara,
Göz ucuyla süzmeden övgüleri,
Yaslanıp en uykusuz yastıklara,
Mırıldanıyor lanetli şiirleri.
Korkutucu şeylerher zamandışarıda değildir . En korkutucuşeyler içeridedir.
Toni Morrison okuduğum İlk kitap Cennet ..
İlk olarak söylemek istediğim edebiyat açısından da duygu açısından da kurmaca açısından da oldukça yüklü ve güçlü bir kitap olduğudur.
Özellikle üzerinde durduğu konu.. ırklar arasında ve ırk
Sürekli ve mutlak mutluluk için özenle, incelikle seçilen insanoğlunun düş gücü bu mutluluğa ulaşma çabasında nasıl da cılız kalmıştı.
........
İster ilk olsunlar isterse sonuncu, ister en eski isterse en yeni siyah aileleri temsil etsinler, geleneklerin en iyisini ya da en acıklısını simgelesinler, sonuçta hepsine ihanet etmişlerdi.
Beyaz adamı alt ettiklerini sanıyorlardı, oysa yaptıkları tek şey, onu taklit etmekti.
Karılarını ve çocuklarını koruduklarına inanıyorlardı, oysa gerçekte onları sakatlıyorlardı.
Sakatlanan çocukları yardım istediği zaman da nedenini bulmak için çevreyi araştırıyorlardı.
Siyah adamın bir türünün bir başka türü küçümsemesiyle ve bu ikinci türün bu nefreti bir başka düzeye taşımasıyla başlayan, kökleşmiş bir nefretten doğan bencillikleri, acılarla, zaferlerle dolu iki yüzyılı silip süpürmüş, sonuçta öylesine bir kibir, yanlışlık ve duygusuzluk noktasına varmıştı ki, insanın aklı almıyordu.
Sürekli ve mutlak mutluluk için özenle, incelikle seçilen insanoğlunun düş gücü bu mutluluğa ulaşma çabasında nasıl da cılız kalmıştı.
Peyami Safa; hemen hemen neredeyse bütün romanlarında modern toplumun getirdiği yozlaşmayı, batılılaşmanın asıl amacını anlayamamış karakterlerin etrafında oluşan hadiseleri anlatır. Batıdan gelen değişim rüzgarlarına kapılıp özünü ve değerlerini hiçe sayanları eserlerine konu edinmiştir. Cânân, bu bağlamda yazılan romanlardan birisidir.
Ve sonuncu aksilik de yaşandı, subayın
bedeni uzun iğnelerden kurtulmadı, kanını boşalttı
ama kendisi çukurun üstünde asılı kaldı. Tırmık eski
yerine geri dönmek istiyordu ama yükünden henüz
kurtulmadığının kendisi de farkındaymış gibi çukurun
üstünden ayrılmadı. “Yardım etsenize!” diye bağırdı
gezgin, askerle mahkûma doğru, kendisi de subayın
ayaklarını tuttu. Kendisi bu uçtan ayaklara bastıracaktı,
öbür ikisi de karşı tarafta subayın başını tutacaklardı,
böylece subay usulca iğnelerden kurtarılacaktı. Oysa o
iki adam bir türlü gelmeye karar veremediler; mahkûm
adeta arkasını döndü; gezginin onların yanına gidip
ikisini de zorla subayın başucuna getirmesi gerekti.
O sırada neredeyse istemeden cesedin yüzünü gördü.
Canlıyken nasılsa yine öyleydi; vaat edilmiş kurtuluşun
hiçbir işareti yoktu o yüzde, başkalarının o makinede
bulmuş olduklarını subay bulmamıştı; dudakları sım-
sıkı birbirine bastırılmıştı, gözleri açıktı, hayat ifadesi
taşıyorlardı, bakışları sakin ve ikna olmuş gibiydi, bü-
yük demir iğnenin ucu alnını delip geçmişti.
Ceza SömürgesiFranz Kafka · Yapı Kredi Yayınları · 20198,5bin okunma
Kan: Her ne kadar Türkler büyük avcı ve savaşçı olarak sıkça kana ki tıraşlarsa da, gerektiğinde büyük şahsiyetleri, kurban hayvanlarını ya da avlarım kan akıtmadan öldürmeye çok dikkat ettiklerini görmekteyiz. Örneğin bir yayın kirişiyle veya ilmikle boğmak, boğazlamak, vurarak öldürmek, taşlamak, bir damarım kesmek, kalbini söküp çıkarmak veya üstünde tepinerek öldürmek. Bütün bu karmaşık yöntemler sonucunda kan vücudun içinde kalır ve tek bir damla kan bile akmaz. Gerçekte Kâşgarlı bize taşlanan tilki ve yaban domuzlarından bahseder; kayalara yapılmış çizimlerde hayvanların üstünde sallanan topuzları görmekteyiz; daha sonraki dönemlere ait tarihsel örneklerde, yukarıdaki yöntemlerden biri kullanılarak öldürülmüş prensler mevcuttur; nihayet birkaç metin olayın nasıl cereyan ettiğini betimler. "Oğuzlar" der İbn Fadlan, "boğazlamazlar. Koyunun başına vururlar sadece, ölene kadar." Ve İbn Fadlallah al-'Umari Türklerden şöyle söz eder: "Bir hayvanı öldürmek için onun ayaklarını sıkıca bağlar, elleriyle kalbini bulur ve hayvan ölene kadar yumruklarıyla bastırırlar veya kalbini çıkarırlar." Sonuncu betimlemeye çağdaş seyahatnamelerde neredeyse kelimesi kelimesine rastlamak mümkündür. Kan akıtma yasağını ilk incelemiş kişi olan M. F. Köprülü, kurbanlık hayvanın ve hükümdarın kutsal oldukları ve bu nedenle böyle bir muameleye maruz kaldıkları görüşündedir. Fakat daha başka birçok örnekte de görüldüğü üzere, tanrısal bir güce sahip olan kan'ın kendisidir, dolayısıyla onu akıtmaktan da çekindir.
Uzun upuzun bir aradan sonra tekrardan merhaba...
Öncelikle herhangi kitap bitirmeyeli bayağı oldu sonunda bir kitap bitirebildiğim için mutluyum. Aynı zamanda 2024ün okuduğum ilk kitabı, edebi değeri daha yüksek bir kitap ile bu yılı açmak isterdim ama asla kitap okuyamıyordum. Hiç değilse bu da bir başlangıç. Kitap okuyamamamın sebebi ise daha
_Rüya, gören olmadan da var olabilir. Rüya gören olmadan rüya mevcut olduğunda ise bu özgün gerçeklik gibi gelir. Siz yoksunuz ama kozmik bir akıl var. Brahma var. Bu yüzden bütün alemin Brahma'nın gördüğü bir rüya olduğunu söylerler. Bütün bu dünya bir rüyadır, bir mayadır. Ama bu her şeyin, tümün bir rüyasıdır. Kişisel bir rüya değildir.
Bazı duygular öyküde kalmaz, sizde kalır.
.
FIRTINA: Öyküdeki kişimiz vapur saatini beklerken kısa bir süre dolaşmak ister. Önünden geçtiği sırada ilgisini çeken bir yere girer. Bir takım genç kişiler vardır. Masalarda yazılı kâğıtlar. Şöyle bir gözden geçirip sonrasında bunların birer tasarı olduğu, bunun da bir seçme-eleme toplantısı olduğunu
Edebiyatın Cadıları, serisinin ikinci yazarı Agota Kristof. Ben ona, edebiyatın en hüzünlü cadısı, ismini verdim. Çünkü her cadı gibi acılarla, kayıplarla, sürgünlerle geçmiştir yaşamı ve yazdığı her satırda iliklerinize kadar hissederseniz bunu. Onu okumak, soğuk bir kış gününde buzlu suya düşüvermek gibidir, ağzınızı dahi açamaz, donar