"Sana mesaj atacaktım." "Daha önemli işlerimiz var," dedim sadece. "Yoğunuz. Sorun değil." Sorun. Tabii ki sorun. Böyle yapmasıyla seninle oynadığını düşünüyorsun ve bunu umursamıyormuş gibi davranıyorsun. Bunu alışkanlık haline getiriyor. "Yazamadım," deyince tekrardan, "Sorun değil," dedim ve ona döndüm. "Bir şey değişmedi. İşimize geri döndük. Kafaya takılacak bir şey yok." "Var," dedi. Kaşları çatıldı. Hoşuna gitmediğini fark ettim. "Sen varsın. Seni kafama takıyorum."
BİR ŞEY İSTEMEDEN,ÇIKARSIZ SEVEBİLİR MİYİZ?
Henüz gençken sevilmek ve ayrıca sevmenin ne olduğunu bilmek çok önemli değil mi? Fakat bana öyle geliyor ki, çoğumuz ne seviyoruz ne de seviliyoruz. Ve sanırım, henüz gençken bu sorun üzerinde çok ciddi düşünüp onu anlamak şarttır; zira o zaman belki sevgiyi hissedecek, onun niteliğini, kokusunu bilecek kadar duyarlı olabiliriz. Böylece yaşımız
Reklam
İster marangozluk olsun, ister doktorluk, ister sev­me sanatı hangisini ele alırsak alalım, her sanatın uy­gulamasında bazı genel gereksinimler vardır. Her şeyden önce bir sanatın uygulanmasında, disipline gerek­sinim duyulur, Eğer ben birşeyi salt «canım İstiyor» diye yapıyorsam, benim için bu eğlenceli ve güzel bir uğraş olabilir, Ne var ki disiplinli bir şekilde çalışma­dığım için o sanatta ustalaşabilmem olanaksızdır. An­cak, sorun sadece belirli bir sanatın uygulanmasında disiplinli olmak değil (örneğin o sanatı her gün belir­li bir süre uygulamak) kişinin tüm yaşamının disiplin­li olmasıdır. Çağdaş insanın disiplini öğrenmesinin hiç de güç olmayacağı düşünülebilir, O her gün 8 saat son derece disiplinli, katı bir şekilde programlanmış bir işte çalışmıyor mu? Ne var ki burada önemli olan çağdaş insanın iş saatleri dışında öz disipline çok az sahip olmasıdır. Çalışmadığı zamanlar aylaklık etmek, rahatlamak, daha yerinde bir deyimle «gevşemek» is­temektedir. Bu aylaklığa duyduğu istek, programlı ya­şama duyduğu bir tepkidir, İnsan her gün sekiz saat amaçlamadığı biçimde tüm enerjisini harcamak zorun­da kalırsa başkaldırır ve bu isyankârlığı çocuksu bir kendi isteklerine düşkünlük biçimini alır. Ardından baskılı yönetime karşı verdiği savaşım,onu tüm disip­linlere karşı, akılcı olmayan otoriteler tarafından zorlananlara da, kendisinin kabul ettiklerine de, güven­siz kılar. Fakat böyle bir disiplin olmazsa, yaşam dağınıktır, altüst olur ve belli bir noktada yoğunlaşma sağlanamaz.
Sorun mu yaratıyorsunuz bir araya geldiğiniz zaman, çözüm mü? Basit gibi görünüyor ama insanlar bir araya geldiğinde zamanlarının çoğunu şikâyet etmek ve birbirlerini ötekileştirmekle geçiriyorsa bu topluluk zaman içinde güçsüzleşecek demektir.
Eğer insan, yaşamını, ekmeğini kazanarak geçirmekle yetinsey-di, hiçbir sorun olmayacaktı. İnsanda karıncaların güdüleri yoktur ama, karıncanınki gibi bir varoluş, gene de pekâlâ insanın kaldırabileceği bir durumdur. Ne var ki, insan, koşullan gereği, bir karınca olmakla yetinemez, bu biyolojik ya da maddesel yaşam sürdürme sorunundan başka, daha iyi yaşayabilme ya da daha faydacı olabilme sorunu diye nitelendirebileceğimiz insana özgü bir başka durum da vardır. Bu ne anlama gelir? İnsanoğlunda farkında olma özelliği ve düşgücü bulunduğundan, özgür olma gizilgücüne sahip bulunduğundan, Einstein'm bir keresinde dile getirdiği üzere, “fincandan fırlatılmış zar” olmama eğilimini içinde taşır. Yalnızca, yaşamı sürdürmek için neyin gerekli olduğunu bilmek istemekle kalmaz, insan yaşamının ne anlama geldiğini anlamak ister. Kendisinin bilincinde olan tek canlıdır o. Tarihin süreci içinde geliştirdiği ve yalnızca biyolojik varlığın sürdürülmesi sürecine hizmet etmekten daha çok şey yapan yeteneklerinden yararlanmak ister. Açlık ve cinsel yaşam, tümüyle bedensel bir görüngü olarak yaşam sürdürme alanına girer. (Freud'un ruhbilimsel dizgesinde, döneminin mekanik maddeciliğinden kaynaklanan ve onu, yaşamın sürdürülmesine hizmet eden güdülere dayanan bir ruhbilim ortaya atmaya götüren büyük bir yanlış vardır.) Ama insanda, yalnızca insana özgü olan ve yaşam sürdürme işlevini aşan tutkular vardır. Bunu hiç kimse Marx'tan daha açık şekilde dile getirmemiştir: “Tutku, insanın, amaçlarına ulaşma çabası gösterme yeteneğidir.”9 Bu sözlerde, tutku, bir ilişki ya da ilgili olma kavramı olarak ele alınmaktadır
Pek çok şey bilmesine rağmen çoğu insan, kendi kalbini sükûnete erdiremez. Hayatın en rahat dönemlerinde, var olan sorunların çözümlerinin de belli ve basit olduğu vakitlerde kalpte sekine olmayabilir. Halbuki bir başka zaman, ortada ciddi ve büyük zorluklar varken kalbe sekine inebilir. Kalbe sekine indiğinde insan, kendisiyle arasında sorun hissettiği herkesi, her şeyi unutur. O vakitlerde dünya, kişinin içinde bulunduğu bir mekândan ibaretmiş gibi olur. Zamansa sadece o saatlerden ibarettir. Zamanın dünsüz, yarınsız, öbür günsüz olduğu anlardır bunlar. En ferah vakitlerdir böylesi vakitler. Bu, Allah'ın özel bir lütfudur. İnsan, bedenen nasıl aciz bir varlıksa; havaya, suya, yemeye içmeye nasıl sürekli muhtaçsa ruhsal olarak da öyle zayıf ve muhtaç bir varlıktır: Teselliye, sekineye, morale ve ruhsal takviyeye daima muhtaçtır.
Sayfa 158Kitabı okudu
Reklam
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.