Araştırmacılığı yaşama biçimine dönüştürmüş bir gazetecinin, beslenme kaynaklarını iyi bilen bir aydının duyarlılığını yansıtıyor..
Türkiye`de yazarlar, gazeteciler evrensel kültür ile haşır neşir oldukça, okurlarına o ölçüde katkıda bulunacaklardır..
Ama diyeceksiniz ki, kullan kafanı, dön köşeyi ahlakının köşe başlarını tuttuğu bu dünyada evrensel kültürün günlük siyasete etkisi ve kıymeti harbiyesi nedir? Yok yok, bunlar da aşılacak.
Uğur Mumcu `nun, Atilla İlhan ve Adalet Ağaoğlu ile roman; Aziz Nesin ve Sadun Aren ile demokrasi; Avni Arbaş ve Duran Karaca ile resim; Halit Çelenk ve Mehmet Ali Aybar ile insan hakları üzerine söyleşileri var.
Evrensel kültürün sanat siyaset ve düşün0 rüzgarları ile Türkiye er geç çağdaş uygarlığa demir atacak! diyen, çağının en büyük suçuna ortak olmadığı, suskun kalmadığı için öldürülen Uğur Mumcu`nun bu yapıtını da geleceğe aktaracak olan okurlarıdır. Düşünceleri uğruna öldürülenlerin unutulmaması dileğiyle...
Aydınlık özgür düşüncelerin yazıldığı, söylendiği yarınlara
Şimdi efendim, bence Marksizm genel hatlarıyla bilimsel bir teori. Ama her bilimsel teori icat edildiği zamandaki koşulların içinde kalamaz. Mutlaka onu aşması icap eder ki, gerçeği daha derinden kavrasın.
Binaenaleyh sosyalizmin de bu yola girmesi şu yakın geçmişteki deneyimlere de bakarak, Rusya'nın Sovyetler Birliği'nin başından geçen olaylara da bakarak yeniden bir atılım yapması şarttır.
Bu da Leninizm teorisi, öncüler teorisiyle sosyalizm olmaz.
Öncüler teorisiyle devlet ele geçiriliyor. Zaten o teoriyi sosyalizm ortaya çıkmadan ewel bütün diktatörler, bu teoriden hareket ederek devleti ben ele geçiririm ondan sonra ben icabına bakarım demişlerdir. Yani buradan hareket ederek mutlaka Leninist teorinin bir tarafa bırakılması zamanı geldi." Uygarlık tarihi için 70 yıl çok büyük bir zaman dilimi değil belki de?
Peki Aziz Bey, bu ilk gününde kurultayın, Prof Dr.
Mümtaz Soysal'ın ilginç bir tezi vardı. Diyor ki, "Partiler sivil anayasa konusunda önerilerini şimdiden getirsinler" bu da gerçekçi bir yaklaşım değil mi?
"Kemal Tahir'in bir sözü vardır, l960'tan sonra anayasa yaparken, taslaklar ortaya çıkarken çok zaman geçti. O kızıyordu tabii. Abartarak konuşurdu. 'Yahu bunlar ne biçim anayasa profesörü? Her anayasa profesörünün her cebinde 4-5 tane anayasa taslağı olacak.' Derdi. Tabii öyle olmayacak, ama anayasa taslakları anayasa profesörlerinin dosyalarında olmalıdır. Muhalefet parililerin dosyalarında olmalıdır. Taslakları ve bunun tartışmaları şimdiden yapılmalıdır. Neyi nasıl yapacaklarını biz bilemeyiz. Bu kendileri için de gereklidir, bizim için de gereklidir. Onun için Mümtaz Soysal'a hak veriyorum.'' Ben
Peri Gazozu’nu okumamız üzerine kulüp olarak Ercan Kesal ile Ali Bektaş moderatörlüğünde bir söyleşi gerçekleştirdik. Nezaketi ve özeniyle bizi yazarlığının ve sanatçılığının üzerine tekrar etkilemeyi başardı. Kendisini bir abimiz gibi hissettik, bu samimiyeti bize hissettirdi.
Cümlelerini tam kelimeleriyle aktaramayacak olsam da -hafızamın azizliği, söyleşi kaydına ulaşıp dinleyebilirsiniz- beni etkileyen birkaç cümlesini buraya bırakmak isterim.
“Peri Gazozu bir yas kitabıdır. Yasla baş etme kitabıdır.”
“Hatırlamak denilen şey seçerek unutmak.”
“Sanatçı, edebiyatçı; başkalarının fark etmediği şeyi fark eden, başkalarının ağlamadığı şeye ağlayandır.”
Canım dedemin, ikinci babamın vefatından sonra benim acımı yaşamama, yas tutmama yardım eden bir kitaptı Peri Gazozu. Bu kitapla beni tanıştıran ve bu söyleşinin gerçekleşmesine vesile olan kulübüme teşekkürlerimi iletiyorum.
Size de teşekkürler Ercan abi.
Tabii, çoğulcu olmanın, çoğulcu demokrasiyr sahip olmanın "olmayınca olmaz" koşullarından biridir bu. O zaman demokrasi olmaz. O zaman çok partili faşizm olur, Türkiye'ye özgü. Sadece Türkiye'ye özgü değil, başka ülkelerde de örnekleri var. Bizdeki alaturka türüdür diyorum. Peki Sayın Aren demin dediniz ki, bir t akım illegal kuruluşlar, kurulacak bir komünist partisini de yönetmek isterler. Kukla olmamak gerekir. Siz TİP'in yöneticilerindendiniz. Adını da söylüyorum TKP diye bir parti vardı. Böyle bir uzak t an yönetme ya da yönetilme eğilimi hisset t iniz mi?
"Hissetmedik. Nedeni şu, çünkü 61, -71 döneminde TKP güçlü bir parti değildi henüz. TKP'nin güçlenmesi ve Türkiye'de yer alması, ciddi bir yer alması 1 97 1 tarihinden sonra, yani TİP'in kapatılmasından sonra olmuştur.
Merhabalar kitap dostlarım yeni bir kitapla daha karşınızdayım. Açıkçası bu tür bir kitap okumak hiç aklımda yoktu .Uzun zamandır da kişisel gelişim kitaplarını okumayı bırakmıştım. Geçenlerde Instagramda gezinirken bir söyleşi düştü ve bu kitaptan bahsediyorlardı. Bende merak ettim Ve aldım. Hiç de pişman değilim Elime alınca satırlar akıp gitti.Konu bildiğim şeyler olsada beni pozitif yönde etkiledi .
Konu ile ilgili kısa kısa alıntılar bırakıyorum buraya .
***Peygamberler, günümüzün ve geçmişin dünyaca ünlü alimleri ve bilgeleri ısrarla "Kalp gözüyle gör meyi" öğrenmemizi söyler
**İsteklerine sevdalan! Bu mümkün olan en büyük pozitif enerjiyi oluşturacaktır
**Düşüncelerine dikkat et, Onlar yapacaklarının başlangıcıdır
***En derin inancının ne olduğunu bulduğun anda, sana hayattaki tüm kapıları açacak anahtarı eline aldın demektir
***Benzerler birbirini çeker. Bizim enerjimizle rezonans içinde olan her şey hayatımızda tahakkuk ede cektir. Sözün özü; inandığımız her şey yaşamımızda gerçekleşecektir
Rezonans KanunuPierre Franckh · Elips Kitap · 20133,815 okunma
"Romanda, şiirde, nüfusun çoğunluğunu oluşturan kırsal kesim insanlarına seslenen ürünler verilirken, resimde kentsoylu insanların kalıplaşmış beğenilerine yer vermek, resim sanatında yozlaşma eğilimi oluyor bence. Ulusallık biçimde ve özde tutarlı ve ısrarlı olmayı gerektirir. Bu kararlılık, bu tutarlılık, bu sanat birikimi, sanatı ulusal yapar. Hep söylerim, öz doğurur, biçim yoğurur ...
Özgün sanat yapmanın belli bir kuralı yoktur Doğuda da batıda da halk sanatında, saraylı sanat ( minyatür) bunların hepsinden yararlanılacaktır Göstermelik konularla sanatta ulusallığa gidilmez.
Söze nereden başlasam!
Şiirden mi, romandan mı, siyasal yazılardan mı?... '' Z ehir l i karanfiller büyüttüm / dargınlığımın saksılannda'' diye başlıyor bir şiiri. Sözü buradan alıp "Kanlı bir karanlıktı gördüğüm / ben mi çok geniştim dünya mı çok dardı / nasıl yaprak yaprak açılıyordu / vahşi bir bitki gibi keder" deyişindeki hüznü damıtıp buradan mı konuya girseydim.
Yoksa "Faşizmin Ayak Sesler i " kitabında topladığı kimi yazılarında çizilen siyasal doğrultuyu mu ele alsaydım? "Elsiz ayaksız bir yeşil yılan / yaptıklannı yıkıyorlar. Mustafa Kemal" dizesinden "Hangi Atatür k " kitabına uzanıp "Bence Mustafa Kemal Paşa, iktidann yapısal niteliğini değiştirdiği için önemli bir devrimcidir . Mazlum milletlere karşı azgın saldırganlığını sürdüren emperyalizmle boğuştuğu için de yaman bir Üçüncü Dünya lideridir" yargısı üzerine, dünden bugüne, bugünden yarına ulaşan siyasal söyleşi mi yapsam? Evet, nasıl başlasam söze?
Sultan ile şairin karşılaşması, yüzyıllara uzanan bu kanlı söyleşi, balık avı sırasında, uzun bir bekleyişin, sessizliğin içinden doğuyor. O gün orada olup da gösteriyi kaçırmayanlar, sayıklayan belleğin kendi tarihini nasıl yeniden ördüğüne tanık oluyorlar.
Herkesin seyirci kalarak suç ortağı olduğu kadim bir husumetin kısa hikâyesi olan oyun Haliç köprüsünün üstünde, tam lüfer zamanı, martıların havalandığı yerde kurulan bir sahnede oynanıyor
Sema Kaygusuz bize oyun okumanın da çok güzel olabileceğini kanıtlıyor...
Hadı gelin,Sultan ile şairin söylesine dinleneye gidelim, yok yok okuyalım
Keyıfle
Bahar şenliklerimizde, ilk söyleşimizi dün akşam harika bir atmosferle tamamladık. Muhteşem bir söyleşi ve sunum gecesini geride bıraktık. Ne kadar geride bıraktık desek de anılarımızda çok güzel bir gece olarak kalmaya devam edecek.
Uzak Bir Masal ile söyleşi yolculuğumuza devam ediyoruz.
" Bir kez kendini bulmuş olan kişinin, bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar."
Yazar kitabının son cümlesini bu şekilde bitirmiş, o kadar sevdim ki bu anlatımı. Ve fazlasıyla da katıldım.
Buradaki karakterin kendini bulma sürecini özetler nitelikte olmuş zaten bu cümle. Seçkin bir burjuva olarak rahat ve tasasız varoluşunu sürdürürken, hayatında bir heyecan olmadığı, her şey monoton olduğu için giderek duyarsızlaşan bir adamın, kendini bulmasına yardımcı olan kendi deyimiyle olağanüstü bir gecenin hikayesini anlatıyor, sohbet havasında, akıcı, merak uyandırıcı bir şekilde ilerliyor, öyle ki bir an önce olaya gelsin istiyorsunuz acaba ne olmuş diye düşünüyorsunuz. Sıradan bir pazar günü, sırf meraktan gittiği at yarışında bir kadının dikkatini çekmesiyle onunla tuhaf bir çekişmeye girer, sonrasında kadının kocasının gelip aldığı kartları yere düşürmesiyle bir kart kendi ayağının altında kalır, tesadüf ki o karttaki at yarışı kazanır ve eline toplu bir para geçer, burada iç hesaplaşma sorgulama, atın kazanacak mı acaba diye merakla beklemesi, o an ki heyecanı, kendini yeniden diri hissetmesi, bu yarışa devam etmesine neden olur ama işlediği suçtan da utanç duyar, daha sonra yolunda giderken üç genç, adamı soymaya çalışır tüm sürecin farkında olan adam, hem gençlere hem de diğer yardıma ihtiyacı olduğunu düşündüğü herkese suç işleyerek kazandığı paraları dağıtır ve dağıttıkça mutlu olur, sonrasında yine iç hesaplaşma. Eğer böyle düşünme ve söyleşi tarzında eserleri seviyorsanız bence bu kitaba da bir şans vermelisiniz.
Olağanüstü Bir GeceStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2023143,5bin okunma