Ünlü roman yazarı R. ‘nin 41. yaş gününde evine pek çok tebrik mesajı,mektup,davet gelmiştir. Purosunu yakar ve rastgele bir kaç tanesini kenara ayırır. İçlerinde büyük, bir kadının el yazısına benzeyen, yalnız ismi bulunmayan, hızlıca yazılmış olan bu birkaç sayfa mektubu merak eder ve okumaya başlar. Mektupta bir kadının saplantılı,tutkulu sesiz sedasız aşkını okur.Ona olan bu aşk aslında o kadar gerçektir ki bu tanımadığı,adını bile bilmediği kadından bir çocuğu bile vardır.Kadın çocukluğundan ölümüne kadar bu adamı herkesten çok sevmiş, herkesten çok beklemişti Hatta yazarın kendini tanıdığından daha çok yazarı tanıyordu. Gerçekleri ise ancak öldükten sonra bir kaç sayfa ile anlatıyordu. *beni asla tanımamış olan,bir suyun yanından geçip gidercesine yanımdan geçip giden,üzerime bir taşmışım gibi basan,hep uzaklara giden ve beni sonsuz bekleyişlerle baş başa bırakan birinden başka kimsin ki sen?* Romanın sonunda yazarın her şeyi okuduktan sonra hatırlamasını en azından onun için de bir anlamı olmasını okumak istedim. Fakat roman sonunda yazar bir rüyadan uyanmış gibi gerçekliğini sorguladığı bu mektup karşısında şaşkındır.Karşısındaki boş vazoyu gördüğünde korkudan sıçradı.O an hem ölümü hem ölümsüz aşkı hissetti...Ruhunda sanki bir şey kırıldı ve bu görünmez kadını gözünde bir şekle büründürmeye çalıştı.