“...bu yarası, diğer insanların sahip olamayacağı güzellikte bir tecrübeye sahipti. Mücevher gibi parlıyordu.
Kadın o güzel mücevherin bilincindeydi ve onu hayatının sonuna kadar yüreğinde taşıyacaktı. Oysa bu sarıp sarmaladığı mücevher, onun ölmeyi istemesine sebep olan yaranın ta kendisiydi.”
— öldü, yağmur yağarken gömüldü. Hepimizin başına bu mu geliyor yoksa? Tek dost edinme fırsatı bulamadığın, çatışmayla dolu bir hayat... öyle ki, sona erdiğinde bir tek düşmanlarımız gül bırakıyor.
Hiç ses çıkarmadı, sadece orada durdu, yanımda oldu, yükümü paylaştı ve sessiz bir destekle acıyı üstüne aldı. Sanırım o anda söylemediği şeyler için onu daha çok sevdim. Tutamayacağı sözler vermemişti. Sadece yanımda kalmıştı.
Çünkü kendisi de onu herkesten başka biçimde görmüştü. Onu çıplak görmüştü. Neredeyse çıplak. Ve çıplakken de giyinikken de aynı kişi olduğunu anlamıştı.
Daha fazlasını söylemek istiyorum. Daha fazlasını söylemek için yanıp tutuşuyorum. Ama söyleyemeyeceğimi biliyorum. Sanki bir uçurumun kenarındaymışız gibi hissediyorum. Ve Will dönüp bana bakıp da göz göze geldiğimizde yutkunduğu zaman, onun da aynı şeyi hissettiğinden emin oluyorum.
Gülümsüyorum, ama bir şey söylemiyorum; sanki sözleri bütün vücudumu dağlayan bir sızı bırakıyor, sanki göğsümün ortasına saplanmış bir bıçak gibi, bastırdıkça bastırıyor ve peşi sıra kesinlikle gelecek acıyı ima ediyor.