Öte yandan, modern çağın tüketim toplumu için ambalajladığı tehditler,'zaten güçlükle inşa edilmiş olan güvende olma duygusunu giderek belirsiz hale getirmektedir.
Sayfa 76 - Boğaziçi Üniversitesi YayınlarıKitabı okudu
Ben-odaklılık durumu, bireyin kendisi için seçtiği gerçekliği çekip çıkartma ve kendisini gerçekliğin bütünselliğinden ayırma şeklinde tezahür ettiği için patolojik bir yan da barındırmaktadır. (Funck, 2007:57)
Sayfa 76 - Boğaziçi Üniversitesi YayınlarıKitabı okudu
Mezarlıkta ne insan görülüyor ne de hayvan... Sanki sonsuza kadar terk edilmiş gibi. Yaşayan insanlar tarafından ebediyen reddedilmiş ölüler şehri kendi haline bırakılmış. Ona hiçbir insan gözü değmiyor ve sevgi dolu hiçbir el uzanmıyor.
Sonra her yer yeniden sakinleşip ıssızlaşıyor; güneş kavuruyor, hava yakıyor, çok eski olayların rivayetlerini yüklenmiş gökyüzü sonsuza doğru uzanıyor.
Entelektüel kültürün yasaları maddeye ilişkin yasalara benzer: Hiçbir şey yok olmaz, her şey dönüşür. Hayatımızın temel öğeleri uzaklardaki kaynaklar tarafından sulanan derin katmanlarda yatar. Suların hacmi ve mecrası değişmiş, yeni kuvvetler devreye girmiş ama zihniyetimizin özü şu ana kadar değişmeden kalmış ve kalmaya devam etmektedir.
İçimdeki sanatçı, hayvan gibi yaşayan ve içinde bulundukları andan, ekmek parçasından, tuzdan, her adımda karşılaşılan tehlikelerden başka bir şey düşünmeyen kaba saba insan kalabalığının değirmen taşı altına düşmüş bir buğday tanesi gibiydi.
Oysa uyandıkları gün bile başkalarınındı. O gemi, o portakal, o ekmek, o deniz, o gökyüzü, o sarı bulutlar, o soğuk. Etrafındaki her şey başkalarına aitti!
Yaşamları bile. Lanet olası yaşamları bile.
Neden buradayız hala? Neden bizi göndermiyorlar? Neden sığınmacı olamıyoruz? Neden bizi sulara gömmüyorlar? Neden? Bu kadar soysuz muyuz? Bu kadar hayvan mıyız? Bu kadar degersiz miyiz? Biz neyiz? Tanımlayın bizi! Adımız 'insan' soyadımız 'sizden biri' Yüzümüze nasıl bakacaksınız?
Cumhuriyet Bayramı gecesi, Boğaziçi vapurlarından birini tutan gençler, Dolmabahçe Sarayı'nın rıhtımına yaklaşmışlar, haykırışıyorlardı. Atatürk kesik kesik konuşarak pencereye gitmek istediğini anlattı. Kollarına girdiler. Pencere kenarındaki koltuğa oturdu. Vapurda bir kıyamettir koptu. Gençler hep bir ağızdan "Dağ başını duman almış - Gümüş dere durmaz akar", türküsünü söylüyorlardı. Atatürk mırıldandı:
---- Bu bayramlar ve yarınlar sizindir, güle güle... dedi ve gözyaşları ile ölüm yatağına döndü.
"Bir fıkrasından, bir hikayesinden, bir yazı veya nutkundan hemen anladığımızı sandığımız Gazi, aradıkça yeni bir sır verir. Yaklaşılan bir dağ gibi büyür. Asıl onu elimizle tuttuğumuz zamandır ki artık tamamını hiç göremeyiz."