"Bir Acem bahçesi, bir seccâde
Dolduran havzı ateşten bâde
Ne kadar gamlı bu akşam vakti
Bakışın benzemiyor mutâde
Gök yeşil, yer sarı, mercan dallar
Dalmış üstündeki kuşlar yâda
Bize bir zevk-i tahattur kaldı
Bu sönen, gölgelenen dünyâda"
Evet millet-i İslâmiyenin sebeb-i saadeti, yalnız ve yalnız hakaik-i İslâmiye ile olabilir. Ve hayat-ı içtimaiyesi ve saadet-i dünyeviyesi şeriat-ı İslâmiye ile olabilir. Yoksa adalet mahvolur. Emniyet zîr ü zeber olur. Ahlâksızlık, pis hasletler galebe eder. İş yalancıların, dalkavukların elinde kalır. Size bu hakikatı isbat edecek binler
İnsan eski zamanını düşünse, ya lisanı veya kalbi, ya (âh, âh) veya (oh, oh) tahattur(hatırlama) veya telaffuz edecektir. Âh, müstetir(gizli) elemin tercümanıdır. Oh, ruhta muzmer(saklı) bir lezzet ve nimetin muhbiridir.
Âh'ı dedirten, lezaiz-i maziyenin(maziye ait lezzetlerin) tasavvur-u zevalidir(son bulcağı düşüncesidir). Çünki zeval-i elem(elemin sona ermesi) lezzet olduğu gibi, zeval-i lezzet de elemdir. Şâirlerin divanları, tasavvur-u zeval-i lezzetten(lezzetin son bulacağından) gelen bir elem-i fikrînin birer feryadıdır.
Oh yani Elhamdülillah dedirttiren, âlâm-ı maziyenin(maziyr ait elemlerin) tasavvur-u zevali, verdiği lezzet-i ruhaniyenin unvanıdır. Demek muvakkat lezzetten ziyade, muvakkat eleme tebessüm etmeli, hoş geldin demeli.
Sünuhat - 116
Her mü'minin namazı, onun bir nevi Mi'racı hükmündedir. Ve o huzura lâyık olan kelimeler ise, Mi'rac-ı Ekber-i Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm)da söylenen sözlerdir. Onları zikretmekle, o kudsî sohbet tahattur edilir. O tahatturla o mübarek kelimelerin manaları cüz'iyetten külliyete çıkar ve o kudsî ve ihatalı manalar tasavvur edilir veya edilebilir. Ve o tasavvur ile kıymeti ve nuru teali edip genişlenir.
Meselâ: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o gecede Cenab-ı Hakk'a karşı selâm yerinde ﺍَﻟﺘَّﺤِﻴَّﺎﺕُ ﻟِﻠّٰﻪِdemiş.
.Yani: "Bütün zîhayatların hayatlarıyla gösterdikleri tesbihat-ı hayatiye ve Sâni'lerine takdim ettikleri fıtrî hediyeler, ey Rabbim sana mahsustur. Ben dahi bütün onları tasavvurumla ve imanımla sana takdim ediyorum."
Şualar - 92
Velayet(velilik) yolları içinde en güzeli, en müstakimi, en parlağı, en zengini; Sünnet-i Seniyeye ittiba'dır. Yani: A'mal ve harekâtında Sünnet-i Seniyeyi düşünüp ona tâbi' olmak ve taklid etmek ve muamelât ve ef'alinde ahkâm-ı şer'iyeyi düşünüp rehber ittihaz etmektir.
İşte bu ittiba ve iktida vasıtasıyla, âdi ahvali ve örfî muameleleri ve fıtrî hareketleri ibadet şekline girmekle beraber; herbir ameli, sünneti ve şer'i o ittiba' noktasında düşündürmekle, bir tahattur-u hükm-ü şer'î veriyor. O tahattur ise, sahib-i şeriatı düşündürüyor. O düşünmek ise, Cenab-ı Hakk'ı hatıra getiriyor. O hatıra, bir nevi huzur veriyor. O halde mütemadiyen ömür dakikaları, huzur içinde bir ibadet hükmüne getirilebilir. İşte bu cadde-i kübra, velayet-i kübra olan ehl-i veraset-i nübüvvet olan sahabe ve selef-i sâlihînin caddesidir.
Mektubat - 450