Sanırım bundan sonra hayatımda hiç kimse olmayacak. Yer yok yeni bir acıya... Bu yükü taşıyacak bir kalbim yok. Derin bir denizde yüzme bilmeyen bir denizciyim. Pusulam yok, kuzey yıldızım sönmüş, rüzgârsız, yönsüz kalmışım.
Yaralarıma merhem sürecek bir el yok. Geceyi aydınlatacak bir meşale, soğuğu dindirecek bir yuva.
Anılardan ne kalıyor peki geriye? Siliniyor. Hepsi bir bir siliniyor.
Acıtarak iğne batırmış gibi göz çukuruna. Bir bir siliniyor. O çukurdan önce yaşlar akıyor ve bitiyor yaşlar. Her damla gözyaşı tonlarca acı ağırlığında. Sonra yalnızlığın irini akmaya başlıyor o göz çukurlarından.
Ama hangi acı kalıcı olmuş ki? Biliyorum. Ve bunu bilmek daha çok acıtıyor canımı. Bir boşluk kalıyor acılardan, o kadar. Bir kara bulut gibi boşluk. İçerdeki acının yerini sanki o sigara dumanı gibi olan kara bulut alıyor ve sen buna da alışıyorsun.
Kim alışmamış ki ben alışmayayım? Kalbimin tam ortasında, saklı yerinde, bir hastalık gibi taşıyorum şimdi aşk acılarımı.
Diğerleri bir şekilde beyinde kalıyor, beynin kirli ve bilinmez dehlizlerinde. Ama aşk acısı kalbimin orda bir kara bulut gibi... Onu derin bir unutuşla unuttuğunuzu sanıyorsunuz. Derin bir kuyu kazıyorsunuz içinize. Oraya attığınızı sanıyorsunuz, en olmadık zamanda susadığınızda işte birden o kuyunun suyunu tekrar özleyiveriyorsunuz. Özlem özlem hasta oluyorsunuz bu kez de. İçimizde barındırdığımız bu kuyu bizi biz yapan tüm değerleri de alıyor içine bir süre sonra. Kendimize yabancılaşarak devam ediyoruz boş sokaklarda yürümeye... Anılarımızın kaybolan benliğimizden silinmesi kadar acı aslında o sokaktaki her adımın sesi...
Kendini diğer insanlara benzetmeye çabalarsan, özünü kaybedersin. O yol bataklıktır. Hayatım boyunca sadece bana ait olan hayaller kurmaya çalıştım. Hayallerimi kimseye anlatmadım, hayallerimi kimseye satmadım, hayallerimi kimseye ucuz bir paçavra gibi çiğnetmedim. Ben, sadece beni yarattım. Ve bunu sen çürütesin diye yapmadım küçük hanım. Maçka Parkı'nda sırtımı çimenlere verip, gökyüzünde süzülen martılarla konuşmuş adamım ben. Martılar senin sahte arkadaşlarına, baba parası yiyen ucuz soytarılara benzemez.
Herkes kendinden kaçıyor çünkü herkes en çok kendinden nefret ediyor. Çünkü herkes biliyor ki içlerindeki yalan, bir gün günyüzüne çıkacak. Kim bir yalanın ağırlığını ömür boyu taşıyabilir ki, ya o yalanın altında ezilir ya da o yalana dönüşür. İnsanlar kendilerinden kaçıyor çünkü hayal ettiği yer değil, gitmesi gereken insanların yapmak zorunda olduğu yere gidiyorlar. Renkli bir hayatın kesintisini sanalda yapıştırmak zorunda. Birer cesediz. Balkondan dışarı baktığımda yürüyen cesetlerden başka şeyler görmüyorum artık.
Bir daha yalandan yere uzatma ellerini bana. Bakma gözlerimin içine, bakıp da tüketme beni gözlerinde. Sana katlanamıyorum artık, sahte tebessümlerine, sahte sözcüklerine ve "Seni seviyorum" diyerek çekip gitmelerine...
Bekleyişleri bırak bana! Bir de çocuksu hayallerimi, dokunma yaralarıma, dokunup kanatma. Sensiz yaşayamam zannediyorsun ya! Sen öyle san! Sensiz yaşarım hem de öyle güzel yaşarım ki; sebepsiz yere kahkahalar atar, soluksuz koşarım bu şehrin yollarında. Ama sen ne olur, dokunma bana!
Eskisi gibi olmamı bekleme benden, senin yalanlarına gözleri kapalı inanan. Başkalarına yer verdiğin yüreğini görmezden gelen, sene herkesten çok seven çocuksu yanımı sana açmamı bekleme yeniden...
Özleme beni!
Bütün aşk şiirleri üzerine yemin olsun ki, ben bir daha özlemem seni...
Gelme işte bir daha, yaralarımı sarmayacaksan, ömürlük aşklara inanmayıp günlük tüketilen aşkların kadını olacaksan gelme...
Ben yaralarımı kendim sararım, kendimle baş başa kalır, bu hayatı, bu dünyayı ve tüm insanlığı yeniden sevebilirim...
Ama sen!
Ne olur gelme...
"Bazen gideni aramaz insan, çünkü giden yaşanılan her şeyi götürmüştür. Geriye sadece hayatta tek başına tutunmak kalır, o da zordur işte..."
Seni her unutmaya çalıştığımda
Kalabalık bir isyan çıkardı içimde
Sen her gidişinde dönmezsin diye korkardım
Korkardım ve ağız dolusu küfürle savururdum geceye
Gece çılgınlar gibi
Çökerdi sayfalarımın üzerine
Ve ölmezdim kadın!
Öldüremezdim seni içimde...
Ben ki içime çektiğim her nefeste sen oldum, sen saydım kendimi...
Kapkara bulutlar üzerime zamansız çöktü ve zamansız bir sevdaydın. Geleceğe dair kurmaya korktuğum hayallerimi usta bir hırsız gibi çalıp götürdün. Sen kendine hep âdet edindin beni kırmayı, yaralamayı dört bir yana saçıp. Yeniden toplamayı. Oyuncağındım ben, kırmaktan hoşlandığın...
Bir, iki, üç, gece, gündüz, aylar ve yıllar...
Bunlar mı? Gelmediğin zamanlar sevgilim. Yokluğunun paslı bir demir gibi etime saplandığı zamanlar.
Ben sana geç kaldım biliyorum, ama sen de benden erken gittin be sevgilim...