Doğaçlama; Şarkıyı mırıltılar ve iç geçirmelerle, bazı anlarda neredeyse sözleri notalarla söyleyerek çaldı. Yaratıcı anlatımı insanın içini burkuyordu. Zirveye ulaştığında, şarkıya ismini veren en son cümleyi, birbirini izleyen her bir notanın havada asılı kalmasına izin vererek ifadesel tonlarla çaldı. "I don't stand ... a ghost ... of... a chance .. O ana dek sessizlik içindeki salonda, tam en dramatik anda birinin cep telefonundan elektronik biplemelerle tekdüze bir melodi bangir bangir çalmaya başladı. İnsanlar kıkırdamaya başladı ve elleri içkilerine uzandı. Tüm an, tüm o performans bir anda bozuldu. Marsalis bir vuruş durakladı, kılı bile kıpırdamıyordu, göz kapakları aralandı. Not kâğıdına "Sihir Bozuldu" diye karaladım. Salondaki fısıldaşmalar gittikçe yükselirken cep telefonu çalan suçlu şahıs aceleyle hole sıvıştı. Hâlâ mikrofonun başında donmuş şekilde duran Marsalis aptal cep telefonu melodisini notası notasına çaldı. Sonra aynı melodiyi tekrar edip melodinin varyasyonlarını üreterek doğaçlama yapmaya başladı. Seyircilerin ilgisi yavaş yavaş tekrar ona döndü. Birkaç dakika içinde, doğaçlamayı (ki bu arada tonu bir veya iki kez değiştirmiş ve hızlanan tempoyu tekrar balad temposuna çekmişti) tam olarak son kaldığı yere bağladı: "with... you." Çılgınca bir tezahürat koptu.
Eksiklik güdülenmesi
Çoğunlukla yararlılık, istenilirlik, kötü olma ya da iyi olma, amaçlara uygunluk gibi araç- değerlerimizin kalkanı altında yaşarız. Değer biçer, denetler, yargılar, kınar ya da onaylarız. Karşımızdakine güleriz ama birlikte gülmeyiz. Deneyime kişisel koşullarımıza göre tepki verir, dünyayı kendimiz ve ereklerimiz doğrultusunda algılarız. Böylece dünyayı ereklerimize yönelik bir araca dönüştürürüz. Bu durum dünyadan bağımsız olmanın tam zıttıdır. Sonuç olarak bu da aslında dünyayı algılayamadığımız, onun için de kendimizi ya da kendimizin içinde onu algıladığımız anlamına gelir.
Reklam
Bu hayatta kimseye hiçbir seyi tam olarak anlatamayacağını anlamıştı. Biri için ölüm kalım meselesi olan, diğerinin gözünde toz kadardı.
Erasmus, Ingilizce olarak bir manastırdan söz etmişti; bu manastırda bir çocuk azizin heykeli vardı. Bu heykelin içi boştu ve beş yaşında bir çocuğun bile kaldırabileceği kadar hafifti. Ama yalnızca günahsızların kaldırabileceğini söylüyorlardı. Kutsal heykeli görmeye pek çok kişi geliyordu, zenginler keşişlere comertçe bağışta bulunup kendileri namına azizlerden ricacı olmalarını istemeden heykeli bir türlü kaldıramıyorlardı. Ancak manastıra bolca para verdikten sonra (artık paralarının ne kadarından ayrılmaya ikna edilebilirlerse) heykeli kaldırabiliyorlardı. Bu bir mucize miydi? Bir bakıma öyle sayılırdı. Gözden uzak bir yerde duran ve heykeli yere sabitleyen bir manivelayı tam zamanında açıveren bir keşişin mucizesi. Bir de içinde İsa'nın kanı olduğu söylenen küçük şişe vardı. Yalnızca yeterince kutsal olanlar kanı görebiliyordu ve kanı görmek, bir kişinin cennete girip giremeyeceğine dair Tanrı'nın işareti ola- rak kabul ediliyordu. Peki, ya kan? Ördek kanıydı, düzenli olarak yenileniyordu. Ya şişe Şişenin bir yanı saydam, bir yanı mattı. Şişenin kanı görebileceği yanını çevirttirmek dindar sa- laklara çok pahalıya patlıyordu. Erasmus, "Bu işler sırf şeytanlık," diyordu. "Şimdilik manastırlara çok kazanç sağlıyorlar ama sonunda çok zarara sebep olacaklar. Buna eminim."
Sayfa 41 - Artemis yayınları, Mart - 2021Kitabı okuyor
"dönümü 1 marktan, günde 2,5 dönüm ekin biçen ve günde 2,5 mark kazanan bir işçi ücreti dönüm başına 1,25 marka yükseltildiğinde, beklendiği gibi 3 dönümü kaldırıp 3,75 mark kazanacağı yerde alıştığı 2,5 markı kazanabilmek için yine 2 dönümü biçer ve incil'de dile geldiği gibi "ona yeter" diyerek vazgeçer. daha az çalışmak daha çok kazanmaktan cazip gelmektedir; olanaklı en fazla çalıştığımda günde ne kadar kazanabilirim diye sormaz, tersine daha önce kazandığım ve benim geleneksel ihtiyaçlarımı karşılayan 2,5 markı kazanmak için ne kadar çalışmam gerekir diye sorar. bu geleneksellik olarak adlandırılan tutuma tam bir örnektir. insan "doğal olarak" para ve daha fazla para kazanmaya alışık değildir, tersine sadece yaşamaya çalıştığı biçimde yaşamaya ve bunun için gerekeni kazanmaya alışıktır."
“İnsan, bir başkasının acısına asla tam olarak ortak olamaz.”
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.