Kansere yakalanmayan bir insan için, radyoterapiye ilk girişinden önce beklediğin o salonda, vaktin nasıl korkuyla geçtiğini tam olarak anlamak mümkün olabilir mi?
Bülent Çallı, ilgiyle takip ettiğim bir yazar.Yazdığı her şeyi merak ederim.Daha önce Duman Otel'i de Simsiyah'ı da okuyup, beğenmiştim.
İstanbul Posta Treni'nde bir distopya ile çıktı karşımıza, Çallı.
Büyük bir savaş sonrası, dikta rejimi altında yaşayan İstanbul halkının şehirden çıkışı yasaktır.Aynı zamanda dışarıdan
Üzerine yazılıp çizilen, büyük bir fan kitlesine sahip, çok popüler bu kitap hakkında bir şeyler yazabilmek için kendime biraz zaman tanımam gerekti. Bence, hızlıca okunan ancak çok yavaş sindirilen bir roman. Okuduktan sonra düşünmek için daha çok zamana ihtiyacım oldu.
Bugün sosyal medyada çok gördüğümüz, dikkat çekici bir kapak tasarımına sahip, insanların romanda geçen apartmanın önünde pek çok fotoğraf çekip paylaştığı, karakterlerin isimlerini dövme yaptırdığı, tiyatrosu İngiltere'de rağbet gören 'A Little Life ' Türkçeye çevirisiyle 'Değersiz Bir Hayat' bu ilgiyi hak eden çok acı ama aynı zamanda çok etkileyici bir dostluk hikayesi.
Dört yakın arkadaşın yıllar içinde değişip derinleşen ilişkileri ve bu arkadaş grubunun tam ortasında yer alan hem fiziksel hem duygusal olarak çok yaralı travmaları olan Jude. Jude çok küçük yaştan itibaren terkedilmiş , istismara uğramış ve oradan oraya savrulmuş, yetişkin olduğunda güvenebileceği bir liman bulduğunda oradan da bir darbe yemiş, insanlardan gördüğü büyük kötülüklerin dışında kendine de zarar veren bir karakter. Arkadaş grubunun bir diğer ismi Williem ile aralarında çok kuvvetli bir bağ var. Bu bağı arkadaşlık, aşk, sevgi ya da gördüğümüz hissettiğimiz başka bir şey olarak tanımlamamıza izin veren bu kitap yıkıcı sonuyla okuyanın içine işliyor.
Bu kişi imanlı olmak ama nesnel şekilde kafa yorarak da kendi kendine güven telkin etmek istiyordur. Bu durumda ne olur? Aklın yardımıyla, absürt başka bir şeye dönüşür; olası hale gelir, daha olası hale gelir, yüksek bir dereceye dek olası, son derece olası ve hatta gösterilebilir hale gelebilir. Bu kişi artık buna inanmaya tümüyle hazırdır ve kendisinin kunduracılar, terziler, sıradan insanlar gibi değil ancak uzun ve dikkatli bir kafa yoruşun ardından inandığını söylemeye cüret eder. Artık inanmaya tümüyle hazırdır hazır olmasına ama işe bak ki artık inanmak da gerçekten olanaksızlaşmıştır. Neredeyse olası olan, olası olan, yüksek bir dereceye dek ve son derece olası olan, neredeyse bilebileceği, hemen hemen biliyor gibi olduğu, daha yüksek bir dereceye dek ve son derece neredeyse bilebileceği... Ama inanmak, işte bu yapılamaz zira absürt tam olarak iman nesnesidir ve ona ancak içe dönüklüğün tutkusuyla inanılabilir.
Sömürge rejiminin sonunda iktidara gelen ulusal burjuvazi, azgelişmiş bir burjuvazidir. Ekonomik gücü neredeyse hiçtir ve yerini almayı umut ettiği metropol burjuvazisiyle asla boy ölçüşemez. Ulusal burjuvazi, iradeci narsisizmiyle, metropol burjuvazisinin ayağını kaydırıp yerini alabileceğine kolayca inanabilir. Ama onu tam anlamıyla köşeye sıkıştıran bağımsızlık, bu sınıf içinde korkunç tepkilere yol açar ve onu eski metropole yardım sinyalleri göndermeye zorlar. Yeni devletin en eğitimli katmanını oluşturan üniversite mezunları ve iş dünyası seçkinleri, sayılarının azlığı, sermaye yoğunlaşması ve tüccar, toprak sahibi ve serbest meslek sahibi olmaları gibi yanlarıyla ayırt edilebilir. Bu ulusal burjuvazide ne maliyeci ne de sanayici bulunur. Azgelişmiş ülkelerin ulusal burjuvazisi üretim, keşif, yaratma ya da çalışmayla ilgilenmez. Tüm enerjisi aracılık faaliyetlerine yönelmiştir. En çok ilgilendikleri iş ticari ağlar kurmak ve dalavere çevirmektir. Ulusal burjuvazinin psikolojisi sanayi kaptanının değil, iş adamının psikolojisidir. Sömürgecilerin açgözlülüğünün ve sömürgeciligin kurduğu ambargo sisteminin onlara başka seçenek bırakmadığını söylemeye gerek bile yok.
Sömürge sisteminde sermaye biriktiren bir burjuvazi görmek olanaksızdır. Dolayısıyla, bizim düşünce tarzımıza göre, azgelişmiş bir ülkede özgün bir ulusal burjuvazinin tarihsel eğilimi, burjuvazi olarak, yani kapitalizmin bir aracı olarak kendi konumunu reddetmek ve halkın temsil ettiği devrimci sermayenin kayıtsız şartsız kölesi olmaktır.
Satranç, Zweig’in psikolojik birikimini bütünüyle devreye soktuğu bir öyküdür. Bu metninde, Goerhe’nin “klasik öykü kuramı”an bağlı kalan ve “duyulmadık bir olayın sanatsal düzlemde işlenmesi” ilkesi doğrultusunda bir anlatı mimarisi oluşturan yazar, olay yeri olarak New York’tan Buenos Aires’e girmekte olan yolcu gemisini seçmiştir. Bu gemide
Bergson'a göre, bir varlığa diğer bir varlığı düşünmek için bir kenara bırakma olarak olumsuzlama olumlu bir anlama sahiptir; ancak, olumsuzlama varlığın tümüne uygulandığında artık bir anlamı kalmayacaktır. Bilinç için, varlığın tümünü yadsımak, bir tür karanlığa gömülmektir; bu karanlıkta bilinç, en azından, işlemeye devam eder, bu karanlığın bilinci olarak varlığını sürdürür. Öyleyse tam bir olumsuzlama olanaksızdır, hiçliği düşünmek bir yanılsamadan ibarettir.
Nerede birini parmağıyla işaret edip “kötü” diye yaftalayan biri varsa, orada tam olarak olarak o parmağın sahibinin içinde dizginleyemediği bir namussuzluk vardır aslında
Sultanahmet Meydanı’nda gördüğümüz dikilitaş bu şehrin en yaşlı parçasıdır. Yaşı kaç mıdır? Tam olarak bu yıl 3,737 yaşına basmıştır,İstanbul’un bu Mısırlı konuğu.