"Tuhaf bir biçimde sanki beklediğiniz biri vardır ama o kişi gelene kadar beklediğinizin o olduğundan haberiniz yoktur. Daha öncesinde hayatınızda bir şeyin eksik olduğunun farkında olun ya da olmayın, istediğiniz kişiyle tanıştığınızda o farkındalığa erişirsiniz. Psikanalizin bu aşk hikayesine katacağı fikir ise şudur: Aşık olduğunuz insan aslında rüyalarınızın erkeği ya da kadınır; daha tanışmadan önce onu hayal etmişsinizdir-yoktan değil, zira hiçlikten hiçlik çıkar- ama yaşanmış veya arzulanmış deneyimlerinizden. O kişiyi o denli net bir şekilde ayırt edebilmenizin sebebi onu bir anlamda zaten tanıyor olmanızdır; onu bunca zaman beklemiş olduğunuz için ezelden beri tanıyormuşsunuz gibi gelir, ama aynı zamanda size gayet yabancıdır. Tanıdık yabancı kişilerdir onlar."
Evet, bütün mesele kapıları açmaktı. Bir kapıyı açıp da içeri girince karşısında başka kapılar görürdü insan. O yeni mekândaki kapılardan birini seçmek ve ardındaki şeyleri incelemek gerekirdi. Bazen bütün kapıları denemek gerekebilirdi fakat ne kadar çok kapı açılırsa, daha sonra hangi kapıyı açmak gerektiği daha çok belli olurdu. Sonunda, açılan bir kapı tanıdık bir yeri sergilerdi. O zaman insan "Ahhhh, bu her şeyi açıklıyor," diyebilirdi.
Günlük politikacının kendine güveni yoktur. Çok konuşur, edebiyat yapar, demagoji yapar, gerçeği saklar, yaldızlar, hataları ona buna dış kuvvetlere, eski idarelere, karşı partiye, tesadüfe, kadere yükler, sorumluluktan sıyrılır.
Gerçekten de hikâyenin sonuna geliyoruz. Ve çok yükseklerden düşeceğiz. Unutuyoruz. Hissetmiyoruz. İstemiyoruz.Yaptıklarımız, daha çok eski alışkanlıklar. Konuşmalarımız, elli kelimelik bir bulmaca. Çok fazla tanıdık hayatı. Şimdi kusma zamanı! Ama her tükürdüğümüz pislik, yanında bizden bir parça da götürüyor…