...
Bir lisan, bir insan demekti. Mîr Celadet, bir dilin savaşını değil bir insanlık savaşı veriyordu.
Kimdir bu Celadet?
Binlerce yıldır Mezopotamya'yı ekip biçen, Asur'a Pers'e göğüs geren, Zagros'un, Cudî'nin, Ararat'ın, Kurmênc'in öz çocuklarının dil süvarisi...
Yaşamı sürgünler, baskılar ve tehditler altında geçen, yine de durmayan, dedesi
"LEYLİM" bir insan sevdiğine en güzel nasıl seslenebilir? Hem onun adından uzaklaşmadan hem de kendi kalbini katarak nasıl çağırabilir ki? Bir Ahmed Arif'in Leylim'i olmak nasıl bir duygu? Peki ya, Leylim'in Arif'i olamamak? Böyle diyordu Leyla Erbil'e, Leyla'sına Leylim, Sevgili Canım, Canım Leylâm, Ömrüm diye başladı mektuplarında
Karnını doyurmak, özel biri olmayı başarmak, işe yaradığını hissetmek, bir statü elde edip, insanların devamlı saygısını kazanabileceğini sanmak , bedensel güzelliğinin yeterli olduğuna kani olmak, yeterli bir ekonomik güce erişip çevrede itibar sahibi olacağına inanarak davranmak, mutlu olabilmek için nesne, eşya ve para ile senelerce kendini
Bilmemek bilmekten iyidir,
düşünmeden yaşayalım
Mâra,
günü ve saatleri ne yapacaksın
Senelerin bile ehemmiyeti yoktur.
Seni ne tanıdığım günleri hatırlarım
ne seneleri
yalnız seni hatırlarım
ki benim gibi bir insansın.
Tanımamak tanımaktan iyidir,
seni bir kere tanıdıktan sonra
yaşamak acısını da tanıdım.
Bu acıyı beraber tadalım
Mâra.
Başım omzunda iken sayıkladığıma bakma
beni istediğin yere götür.
İkimiz de ne uykudayız,
ne uyanık.