Sokrates de karşılaştığı insanlarla işte bu­rada konuşuyordu. Belki de zeytinyağı testisi taşıyan bir köle­yi kolundan yakalayıp felsefi bir soru soruveriyordu adamcağı­za. Çünkü Sokrates bir kölenin de özgür yurttaşlarla aynı ak­la sahip olduğu görüşündeydi. Belki bir yurttaşla hararetli bir tartışmaya girişiyor, belki de öğrencisi Platon'la sessizce bir konunun derinliklerine dalıyordu. Bunu böyle tasavvur etmek garip bir duygu yaratıyor.
Hiç unutmam, on altı yaşındaydım, bir gece mahallede yangın çıktı, bu müezzin korkmayayım diye beni evine götürdü, yangının alevlerine bakarak çubuğunu yaktı; ben ağlayacak gibiydim: “Acaba yangın bizim evi yakar mı?” diyordum. Adamcağız, en şefkatli bakışıyla bana dedi ki: “A kızım, a yavrum, yangınlar yalnız tahtaları yakar. Biz tahta mıyız ya? Biz insanız, maneviyatımız var, yangından ne pervamız olacak ki? İki rekât namazı nerede olsa kılarız, secde-i rahmana kapanırız.” Bana bu sözler ne büyük ideal verdi. Tasavvur edemezsiniz.
Reklam
EY ŞEYTAN!
Hem kabul etmemek başkadır, inkâr etmek başkadır. Adem-i kabul bir lâkaydlıktır, bir göz kapamaktır ve cahilane bir hükümsüzlüktür. Bu surette çok muhal şeyler onun içinde gizlenebilir. Onun aklı onlarla uğraşmaz. Amma inkâr ise; o adem-i kabul değil, belki o kabul-ü ademdir, bir hükümdür. Onun aklı hareket etmeye mecburdur. O halde senin gibi bir
Sayfa 314
Ağaç ağaçtır, bulut buluttur, yağmur yağmurdur. Fakat içimizdeki dünya, yalnız Valery'nin gördüğü gibi şuur halleri olarak değil, bütün ruh muhtevaları olarak hiç bir ânı ötekine benzemeyen bir akış halinde sayısız temâyül, tercih, intiba, red, kabul, sevgi, antipati, heyecan, gizli kompleks, fikir, düğüm, küme ve zincirlemeleriyle doludur. Dışarımızdaki dünya ile münasebetimiz bir süje-obje münasebeti olduğu halde içimizdeki dünya ile münasebetimiz süjenin süje ile, ben'imizin kendi kendisiyle münasebetidir. Burada objenin idrâk muhtevaları içimizin tepkileriyle karışmaktadır. Bundan ötürüdür ki, şuur dilinde objeleri ifade eden kelimeler bir mânâya geldiği halde -ağaç ağaçtır, bulut buluttur, yağmur yağmurdur-, şiir dilinde kelimeler en az iki mânâya gelirler. Bir adam bize içinin bulutlu olduğunu ve gözlerinden yağmur boşanacağını söylerse, hem gökteki bulutu ve yağmur hazırlığını tasavvur ettirmiş, hem de bunların delâletiyle ruhunun kasvetini ve ağlamağa istidadını ifade etmiş olur. Tıpkı rüyada olduğu gibi, birçok duygularımız, şuura vekillerini gönderirler. Bunlar sembollerdir. Rüyada yılan, bir düşman karşısındaki korkumuzu ifade ettiği gibi şiirde de ışık neşemizin tercümanı olabilir. Bunlar kolay ve beylik sembollerdir. Oysaki bunların yıpranmış etiketler hâlinde belirli heyecanları değil, herkese göre farklı ruh muhtevâlarını temsil etmesi gerçek şiirin tabiatına uygundur. Çünkü şiirin, ruh dibine bağlı dinamik imkânı bütün varlığını belirsizliğine borçludur.
Onun aşkında da esas amil, diğerinin "lüzumlu" bir şey olması, onsuz hayatın tasavvur edilmesine bile imka‌n bulunmamasıydı. Bir zamanlar birbirlerinden ayrılmak, birbirlerini kaybetmek ihtimalinin korkusunu çekmis‌ olmasalar, belki de birbirleri için ne kadar kıymetli olduklarını ha‌la‌ bilmeyeceklerdi. Hayatları o kadar birbirinin içinde kaybolmus‌, birleşmişti.
Ondan ayrılmanın bana güç geleceğini biliyordum. Fakat bunun bu kadar korkunç, bu kadar acı olacağını tasavvur edememiştim.
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.