Aynaların mevcut olmadığı bir dünyada yaşadığını tasavvur et. Yüzünü hayal edersin, onu içinin bir çeşit dışa yansıması gibi hayal edersin. sonra varsayalım ki kırk yaşında sana bir ayna uzattılar. Dehşetini bir düşün. Tamamen yabancı bir yüz görürsün. Ve kabul etmeye yanaşmadığın şeyi net bir şekilde anlarsın. Yüzün, sen değilsin...
Öyle günlerim oluyor ki, etrafımda küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum. Taşıp dökülecek kadar kendi kendimi doyurduğumu hissediyorum. Kafamda, hiçbir şeyle değişilmesi mümkün olmayan muazzam hayaller, bana her şeylerden daha kuvvetli görünen fikirler birbirini kovalıyor... Fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birini arıyorum. Bütün bu beynimde geçen şeyleri teker teker, uzun uzun anlatacak birini. O zaman ne kadar hazin bir hal aldığımı tasavvur edemezsiniz. Kış günü sokağa atılmış üç günlük bir kedi yavrusu gibi kendimi zavallı hissediyorum. Odamdaki duvarlar birdenbire büyüyüveriyor. Pencerelerin dışındaki şehir ve hayat bir anda, insanı boğacak kadar kudretli ve geniş oluyor... Zannediyorum ki tasavvuru bile baş döndüren bir süratle hiç durmadan koşup giden bu hayat ve bir avuç toprağının bile doğru dürüst esrarına varamadığımız bu karmakarışık dünya beni bir buğday tanesi, bir karınca gibi ezip geçiverecek... Böyle acz içindeyken odamda her şey bana küçüklüğümü ve zavallılığımı haykırıyor. Sokağa fırlıyorum. Bir tek yakın çehre görsem de yanında yürüsem, hiç ses çıkarmadan yürüsem diyorum. Halbuki ara sıra karşılaştığım ahbapları görmemezliğe geliyorum. Hiçbiri bana bu anda yardıma çağrılacak kadar yakın görünmüyor. Bilmem beni anlıyor musunuz?
Reklam
Birine ne anlatacağınızı uzun uzun düşündüğünüzde hiçbirşey anlatamaz olursunuz ya, birine ne anlatmayacağınızı uzun uzun düşündüğünüzde de öyle olursunuz. Sessizliğin ne kadar kuvvetli ve yaralayacağı birşey olduğunu da belki en çok o zaman idrak edersiniz. En doğal haliyle. Kıyameti büyük bir gümbürtü olarak tasavvur ediyorlar ama bence sonsuz bir sessizlik olmalı. Kıyamet, dünyadaki bütün bu şamataya son verecekse eğer bunu ancak sessizliğin ezici gücüyle yapabilir. Her şeyi ezebilecek tek güç sessizliktir.
"...Şahsiyetlerini yapan hususiyetler ve garabetler ne olursa olsun her ikisinin de çehreleri kuvvetli bir insan zeminine düşerdi. Seyit Lutfullah'da bu zeminin kendisi yoktu. Onun acayip gölgesi doğrudan doğruya yalanın boşluğunda yüzüyordu. O maskenin, yahut ödünç kişiliğin kendisi idi. Çok hayali bir piyeste asıl baş rolü, hakikatin tam inkarını üzerine alan aktör tasavvur edin ki, oyunun yarısında sahneyi, ödünç şahsiyetini günlük hayatında yaşamak için bırakmış olsun ve o kıyafetle ve karakterle şehre, sokağa, insanların arasına fırlasın. İşte bu küçük gruba bir yığın merakı , ihtirası aşılayan, onların kendi başlarına kalmış olsalar çok tabii geçecek hayatlarını alt üst eden Seyfi Lutfullah bu çeşit bir adamdı. Onda yalanın nerede başladığı ve nerede bittiği bilinmezdi. "
Seni tanımasaydım hayatımda böyle bir aşk bulunmasaydı, hayatım ne kadar bir boş hayat olacaktı. O boşluktan yalnız kendi içimdeki sevmek kabiliyetiyle kurtulamazdım. çünkü hiç kimseyi seni sevdiğim kadar sevemezdim. Hiç kimseyi ne senin kadar güzel, ne senin kadar iyi, ne senin kadar mükemmel, ne de senin kadar kendim için buldum. Bu kelimeler duyup düşündüklerimi o kadar adileştiriyor ki tasavvur edemezsin.
Onda Halit Ziyanın Nihalin'den , Vecihi Beyin Mehcure'sinden, Şovalye Buridanın Sevgilisin'den ve tarih kitaplarında okuduğum Kleopatra'dan, hatta mevlit dinlerken tasavvur ettiğim Muhammed'in annesi Amine Hatun'dan birer parça vardı.O benim hayalimdeki bütün kadınların bir terkibi, bir imtizacıydı *** .
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.