İŞTE öldü gün.
Büyüleyiciydi orman, ve boğalar altında siklamenler kanadı,
yüksek çamlar kızıla döndü,
dal daldan, bir rüzgar vardı, - ve yoğun kokular taşıdı.
Yorgun düştün bizim uzun yolumuzdan, yavaşça fısıldadım senin tatlı adını:
O an deldi geçti deli güçle hazdan tohumuyla kalbinin beyaz zambağı tutkunun ateş zambağı candan.
Kızıldı akşam - ve ağzın kıpkızıl, kavuşunca dudaklarım ona özlemden yangın,
ve bizi tutuşturan yalım harıl harıl, yaladı kıskanç giysileri yaygın ...
Orman sessizdi ve gün ölüydü asıl.
Bizim için ama dirildi Mesih ansızın, günle öldü kıskançlık ve yokluk batıl.
Ay kocaman gelip tepeye dayadı sırtın, indi mutluluk beyaz tekneden usul usul.
.
Çoktan uçmuş güvercin
Tahta masam devrilmiş
Can dostum çomar uykuda
Tatlı komşu Ayşe teyze
Emekli Salih öğretmen
Hepinize hepinize elveda
Dostlar elveda
Tatlı zaman! ne uzaklara kaçmışsın.
Sanki bütün kadehlerimi içmişsin.
Beni bir pencerede koyup akşamla
Zevki bol bir başka sofraya geçmişsin.
Son aydınlığınla yorgun gözlerime
Yangın gibi bir de gökyüzü seçmişsin.
Bir rüzgâr, ağaç ve su kargaşasına
Kapatamadığım bir kapı açmışsın.
Kısaca, bu altüst, bu ıssız bahçeden
Tatlı zaman! derken nasıl da uçmuşsun!
Yaşayan her şey kutsaldır, yaşam yaşamda bulur zevkini;
Zira tatlı zevklerin ruhunun asla geçilemez ırzına.
Bir yangın sarar yerküreyi ve fakat insanı yutmaz bunlar;
Arzularının yangınları içinde yürür insan; ayakları olur tunç,
Dizleri ve beli tıpkı gümüş ve göğsü ve başı adeta altın.
Bilmek Ve Olmak Adlı Kitabımdan Alıntıdır
1984 yılında Konya'nın Çeltik ilçesine bağlı Torunlar köyünde dünyaya geldim. Köyümüz, hemen yanı başında velut bir derenin aktığı, ahalisinin neredeyse tamamının hayvancılık ve tarımla uğraştığı tipik bir Anadolu köyüdür. Çocukluğum annem olmadığından daha çok ninemin yanında geçmiştir. Bazı
Derviş Paşa Camii'nin karşısındaki mahalle-burada medfun bulunan bir zattan ötürü adı "Şeyh el Amûd imiş - Şam Kalesi'nden ateşlenen topların çıkardığı dehşetli bir yangınla birkaç saat içinde harabe ye dönüşmüş. Yüzlerce ev, tarihi konaklar, çarşılar, dükkânlar, camiler, medreseler, Şeyh el-Amûd'un türbesi... kül olmuş. 1500e yakın insanın feci şekilde can verdiği vahşetin ardından, Paris hükümeti, General Sarrail'yi görevden almak zorunda kalmış.
Sonraki yıllarda, Hamîdiyye Çarşısı ile Midhat Paşa Çarşısı ara- sında kalan bu mahalle sıfırdan inşa edilmiş. Planlaması dikkatli ve özenli biçimde yapılmış. Dört-beş katlı şirin binaların ortasına güzel bir meydan yerleştirilmiş. Ancak, Fransızların Şam'ın tarihi- ne ve kültürüne yaptığı kötülük nesiller boyunca bilinsin ve hatır- lansın diye, yeni mahalleye çarpıcı bir isim verilmiş: El-Harika.
Acı tatlı hatıralarıyla Şam surlarının ve kapılarının hikâyelerini böylece hatırladıktan sonra, şimdi usul usul içeri süzülelim....
Bellanca kaşlarını çatarak saçındaki bir portakal kabuğunu eline aldı. Portakalın kalanının Carver'ın elinde olduğunu görünce kabuğu ona fırlattı. Carver eğildi. Bellanca omzundaki parçayı alıp onu da attı. Carver yine eğildi. Sırıttı, eğlendiği belliydi. Ayağa kalkan Bellanca öfkeden köpürüyordu, kulaklarından resmen buhar çıkıyordu.
Hayır, o gerçek dumandı. Saç örgüsünden aşağı doğru alevler patlak verdi.
Jo, Bellanca'nın saçını işaret ederek, "Şu an yangın çıkarma riskin her zamankinden fazla!" diye uyardı.
Bellanca elleriyle başına vurup alevleri söndürmeye çalıştı. "Buradaki büyü çok güçlü. Kontrol etmekte güçlük çekiyorum!" Sesi korkuyla yükseldi. Güvertenin üzerinde kıvılcımlar belirdi, ardından duman tüttü. "Teknel" diye haykırdı.
Carver bir közün üstüne basıp kızın kolunu yakaladı ve onu kendisiyle birlikte korkuluktaki boşluktan aşağı çekti. Sıçrattıkları su neredeyse Athena'nın güvertesini tamamen yıkadı. Bellanca kollarını savurup sular saçarak dışarı çıktı. Carver ani dalışa daha hazır olduğundansakince suda yüzdü.
Bellanca artık sırılsıklam olan saçlarını yüzünden çekip, "Bu gerçekten gerekli miydi?" diye sordu.
"Bence gerekliydi." Carver sırıttı
Son aydınlığınla yorgun gözlerime
Yangın gibi bir de gökyüzü seçmişsin.
Bir rüzgar, ağaç ve su kargaşasına
Kapatamadığım bir kapı açmışsın.
Kısaca, bu altüst, bu ıssız bahçeden
Tatlı zaman! derken nasıl da uçmuşsun!
“Holbach, Bağdat’ta “Huzurlu günler geçiren” mübarekliğiyle ünlü dervişlerin hikayesini anlatır. Çevre sakini “her gün onlara yemek ve hediye getirmek için koşturur.” ve kutsal zat da, bekleneceği üzere, “inayetiyle bağışladıkları için Tanrı’ya şükreder”: “Allahım! kullarına daha çoğunu ihsan eyle!”
Derviş Tanrıya şükretmek ve onun “cömertliğini
Tanrının çapkın yarattığı bir kişinin, gene Tanrının sevimli ve güzel yarattığı komşusu ile yatması olayını bir tanrıbilimciden dinlerseniz, sanki evrenin dört yanını yangın sarmiş sanırsınız. Ya! dostum, bir de Marc Aurèle'i dinle, göreceksin ki iki organın yasaklanmış o tatlı sürtüşmesi yüzünden Tanrını öfkelendiriyorsun.
Filozof da olsan sikiş-sokuş hakkında yorum yazmazsan olmuyor demek.
**Orhan Veli, 36 yaşında aramızdan ayrılmış ve geriye şiirlerini bırakmış. Bir şiiri var ki yayımlanmamış ve belki hatta tamamlanmamış. Orhan Veli öldüğünde kalan eşyalarının arasında bulunuyor.
Orhan Veli’nin el yazısıyla yazdığı ve diş fırçasını sardığı bir ambalaj kağıdının üzerinde bulunan son şiiri.
Yaşanmış veya yaşanamamış tüm aşklarını
İntikam çar, intikam!
Kapanıyorum ayaklarına
Adil ol ve katili cezalandır
Ki onun idamı gelecek çağlara
Senin haklı yargını duyursun
Ve caniler örnek bulsun onda.
Şair öldü -Kuluydu namusun.-
_İslamı akıl ve hoşgörü dini sayanlar kuranı mutlaka okumalı. Şeriat yalnızca bir inanç işi değil, binlerce yıllık ilkelliklerin, cinayetlerin, terörün, işkencenin kaynağıdır. Kuran Allah sözüyse kölecilik, cariyelik, küfürler, kısas-kan davası niye?
_Bir şeyin "insanlık dışı" olması, islamcının umurunda değildir. Elverir ki "islam