birlikte gittiğimiz bir misafirlikte, ağır havası sigara dumanlarıyla mavileşmiş bir odada, senden üç adım ötede oturan bir anlatıcının hikayesini dikkatle dinlerken, geceyarısı ‘o ben burada değilim’ ifadesi ağır ağır yüzünde belirdiğinde seni severdim; tembellikle geçen bir haftadan sonra, gömleklerinin, yeşil kazaklarının ve bir türlü atmaya
"(Nafiz Uncu Hoca) Derin bir idrak ile sahip olduğu rûhânî emânetini avâmın gözlerinden uzak tutabilmek için bütün esnafla, ve hâssaten de şoför esnafıyla, senli benli konuşurdu. Baklava, sarığıburma ve sâir tatlılara karşı sanki bir zaafı varmış gibi davranır, çoğu kere de Tatlıcı Niyazi'nin dükkânının vitrininde tatlıları büyük bir dikkatle seyrederdi. Kendisini tanıyanların sık sık duydukları:
Câmiatü'l-letâif:
Hazret-i tel kadaif!
beyti onundur. Bu, aslında, kendini başkalarının nezdinde sırlamak için başvurduğu bir melâmî taktiği idi. Yoksa ne avâmîliğe bir meyli vardı ve ne de tatlıya karşı hakîkî bir iştihâsı."
Gelişin gibi gidişin de bir rüyaya benzedi. Bir sır gibi kayboluverdin. Sadece omuzlarımda simsiyah saçlarından bir iki tel kaldı. Bir de havada kokun var. O çıldırtan, deli eden, o beni alıp en uzaklara götüren kokun...
Bir uzun yürüyüş düşlemiştim
Avuçlarının ince çizgilerinde
Öperek ürkek gülümsemeni usulca.
Dünya tepeden tırnağa sen
Buğulansın istemiştim ılık nefesinle
içimin buzlu camları.
Rüzgârda titreyen dallar misali
-Bilsen unutmuşum nicedir-
Ürpersin tüylerim tel tel her değdikçe
Savrulan saçların solgun tenime.
Çok değil ki, kırılsın acının ayazı
Mutsuzluk dinsin biraz demiştim.