- TELEPATİ...
TELEPATİ, iki ayrı şahıs arasında, uzaktan beş duyu dışı idrak hâlinde, birinin düşündüğünü diğeri de düşünmek; yahud birinin hâl ve durumunun diğeri tarafından eşzamanlı olarak, gayrı irâdi bilinmesidir. Telepati’nin, sözlü veya sözsüz karşı karşıya “anlaşma”yı andırır bir tarafı var; anlaşma’ya nazaran onda mesafe hükmü olmaması, tek başına onu farklılaştırmaz. Kaldı ki telefon, telgraf vesaire gibi âletler yanında, TELEGRAM da bunu aşmıştır. Öyleyse, “normal üstü hissî bağ” tâbiri, ânî içe doğuşla birlikte, onu farklılaştırır. TELEGRAM’ın TELEPATİ’yi andırır tarafı, zihnin tesirinin karşısındakine tecellisini görmek şeklinde, KURBAN’da bu hissin zihin ve beden tezahürü olarak uyandırılabilmesindedir. Bu, cihazı kullananın şahsı ile birlikte, sadece cihazın hüneri olarak da yapılabilir. (...) Bildik mekân ve zaman kavramlarını aşan biçimlerde idrake mevzu olan TELEPATİ ve benzeri tezahürler, herhangi bir araç ve “mekân ve zaman” ölçülü kuvvet kullanmadan çevremizi etkileyebileceğimizi gösteriyor. Zihnin, su da dahil maddeyi etkileyebileceğini gösteren tecrübeler, KUVANTUM fiziğinde bahsi geçen “tecrübe edenin, tecrübede müdahil rolü”nün, sözü edilen maddelerde müşahedesinden ibarettir. Tıpkı, iyi duygularla suya bakıldığı zaman, onun donmasında oluşan kristallerin daha güzel olması gibi... İnsanın şuurlu benliğinin, bir yönüyle tabiata, diğer yönüyle ruha bakan hâline misâl. Psikolojide geçen, eşya ve hâdiseye kendi şuurunu yansıtarak öyle görmeye de.
Temmuz 2012, “Telegram ve Sun’i Telepati”, TAKDİM, İbda Yay.
- TELEGRAM / HİPNOZ...
Kartal'da, kalp atışını hiç hissetmediğim demlerde, avukat mahallinde ve ziyaretlerde, pek çok kez, "kalbimi uyku düzenine getiriyorlar, şu anda öyleyim!" demişimdir; kalbim uyku düzeninde de, ben uyanığım, böyle bir anormallik hissi. Bu arada, hem normal olduğumu göstermek, hem derdimi anlatmak derdim. Telegram, en çok neye mi benziyor? Hipnoz'a... Zihni okuma bir yana, telkin ve yönlendirme, "sünuhat - kalbe âni doğan mânâlar", yakaza ve zuhuratı, serabı andıran görüntüler vesaire, hem uyku ile uyanıklık arası bir şeyler. Nevm-i Sınaî: Hipnoz. Uyutma: 317. Berkiyye: Telgraf. TELEGRAM. Elektrik. Şimşek gibi: 317.
temmuz 2012, “beyin kontrol”, ibda yay.
Reklam
"J'den gelen, yıllardır birlikte yaşadığı kız kardeşinin dün gece birden öldüğünü bildiren telgraf araya girdi. Ya öfke içinde olduğumuz bir sırada X'in başına böyle bir şey gelseydi? İnsanın oran duygusunu geri kazanabilmesi için hepimizin her an tehlikede olduğumuz gerçeğini sevdiği bir insanla birlikte düşünmesi gerekiyor. Sevginin gerçekliğinin ve bu gibi aksiliklere rağmen, en iyi ihtimalle kısa süre korunabilen ömrünün karşısında neyin önemi var ki?"
Sayfa 60 - Albaraka Yayınları
Sarışın bir Kurda benzemiyordu, Sarışın bir Kurttu!
Meclis, Büyük Millet Meclisi... Lakin, Eskişehir'in düşüşünden beri orasının bir Arena'dan farkı kalmamıştı. Mustafa Kemal Paşa müzakere salonundan içeri girer girmez, bir vakitler cazibe merkezini teşkil ettiği bu yerde, bir takım menfi etkiler ve hatta homurtularla karşılandığını seziyordu. Neden? Onu da anlamakta güçlük çekmiyordu. Büyük Millet Meclisinin bir çok mebusları bir askerî hezimete uğradığımıza kaniydi ve bunun mes'uliyetini onun omuzları üstüne yüklemek istiyordu. Bütün geceyi telgraf başında uykusuz geçirmiş, böbrek sancılarını henüz yatıştırabilmiş, avurtları çökük, gözleri çakmak çakmak bu zayıf vücutlu adam bir çelikten yay gibi geriliyor; ne hezimet denilen şeyi kabul ediyor, ne de herhangi bir mes'uliyetten korkuyordu. Vakarlı, temkinli bir tavırla kürsüye geliyor: "Efendiler, diyordu, yeni muharebe anlayısına göre hattı müdafaa yok, sathı müdafaa vardır. Dün Sakarya'nın ötesinde, bugün Sakarva'nın berisinde, yarın belki Ankara'nın gerisinde, İstiklal! Savaşımız hep aynı azim ve imanla devam edecektir. Fakat, nerede olursa olsun, bir gün düşmanı Vatanın harimi ismetinde muhakkak boğacağız."
Sayfa 124 - Birikim Yayınları·Kitabı okudu
Mustafam, Mustafa Kemalim...
Hiç unutmam, böyle tepeden inme sabah kahvaltısına davet edilen Ankara Ahz-ı Asker Şubesi Reisi Edip Servet Beydi. Bir saat evvel yatağından çıkmış, yıkanmış, giyinmiş, traşını olmuv ter-ü taze vazifesi başına gidiyordu ve: - Aman Paşam, müsaade buyurun; pek acele bir işim var diyordu. - Olmaz, bırakmam. Hiç değilse beş on dakika kal. Görüyorsun, yapyalnızım, uykum da gelmedi daha. «Yapyalnızım», «Uykum da gelmedi.» O anda bu iki basit sözün altında gizlenen bütün bir ruh trapjedyası gözlerim önünde canlanmıştı. Uyuyamazdı, çünkü geçirdiğimiz günlerin fecaatiní o hepimizden iyi biliyordu ve bu halin korkunç mesuliyetini, itiraf edilemeyen bir ağır sır gibi, yapyalnız, tek başına taşıyordu. Her akşam, her gece bize gösterdiği o neşeli yüz, o kaygısız telaşsız tavırlar, o iki sıgara bir kahve arasında sakin sakin telgraf okuyup cevap verişler, o aradığı kumandanı bulamayınca işi şakaya döküşler ve nihayet harbi poker oyununa benzetişler, demek hep için için, tek başına yaşadığı faciayı gizlemek ve bizi herhangi bir bozguna uğratmaktan sakınmak içinmiş!
Sayfa 124 - Birikim Yayınları·Kitabı okudu
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.