Olur mu öyle şey canım?"Biz yola çıktıklarımızı yolda bırakmayız, başkasına da değişmeyiz." Bunu konuşmadık ama bu da bir yol kaidesidir. Yoldaşına sahip çıkacaksın...
kıyıya vurdu tutulmayan sözler
kimse üstüne alınmıyor mecalsiz bekleyişleri
Muharebeden evvel ve hatta çoğunlukla muharebeden sonra bile düşman kuvveti hakkında nadiren kesin bilgi elde edilir.
Arıburnu ve Anafartalar'da yapılan muharebelerin hiçbirinde aldığım raporlarda düşmanın kuvvetinin doğru olarak takdir edilebilmiş olduğuna tesadüf etmedim.
Bu sebeple;
Taarruz mu etmek lazımdır?
Müdafaaya mı karar vermek uygundur?
Muharebeden kaçınmak mı gerekmektedir?
Bu hususlara, düşmanın varsayılan kuvvetinden çok, vazife ve vaziyet karar verdirir. Düşmanın maksadını anlamaya, hiç olmazsa vazifemizin yerine getirilmesini zorlaştıran niyetlerini takdir etmeye çok büyük bir dikkatle çalışmak lazımdır.
Sayfa 27 - Taktik Meselesinin Çözümüne Dair Bazı NasihatlerKitabı okudu
Mesnevi’yi şerhedenlerin çoğu bu ölümsüz eserin “b” harfiyle başladığına dikkat çeker. İlk kelimesi “Bişnev” dir. Yani “Dinle!” Tesadüf mü dersin ismi “Suskun” olan bir şairin en kıymetli yapıtına “Dinle!” diye başlaması. Sahi, sessizlik dinlenebilir mi?
Sultan Hamid'in hususi operatörlüğüne tâyinimden birkaç sene sonraydı. Bir gün Hünkârın en sevgili gözdesi hastalanmış. Ecnebi saray hekimlerinden biri bakmış: «Ehemmiyetsiz bir çıban, låpa koyunuz, geçer!» demiş! Ama, kadıncağız bu tedavi tarzıyle iyi olmamış. Üstelik sırtındaki yara büyüdükçe büyümüş… Padişahın vehmi, malüm… Hünkâr telâşa
"İçeride..." diye söze girdim çekinerek.
"Konuşurken konuşmamız yarım kaldı. Ne diyordun?"
"Doğru, içerideki konuşmamız.." dedi Uraz sanki bu konunun açılmasını bekliyormuş gibi,
"Diyordum ki... Bir anda bir yarışmanın elemelerinde tanışmamız, kendimizi burada bulmamız, başımıza böyle bir kaza gelmesi, seninle burada mahsur kalmamız ve aslında
hikayemizin yıllar öncesine, çocukluğumuza dayanıyor olması... Sence bunlar sadece tesadüf mü?" diye sordu bir kez daha.
Ve ben bir kez daha aynı heyecanla cevap vermeye çalıştım Uraz'a.
"Belki de kaderdir..."' deyiverdim bir anda.
Yağan yağmuru görünce gözlerim doldu. "Bu benim kaderim," dedim kucağımdaki silaha bakarken. Hayatımda yağmurdan nefret ettiğim kadar hiçbir şeyden nefret etmiyorum. Tesadüf mü bilmiyorum fakat başıma gelen en kötü şeyler mutlaka yağmurun altında olmuştur. Dilan'ın cansız bedenine sarıldığım o gecenin sabahında da yağmur yağmıştı. Biraz dağa eskiye gidince yedi yaşında yurttan kaçtığım o gece de yağmur yağdığını hatırladım. Yağmur her defasında bana kötü şeyleri hatırlatıyordu. Şimdi yine yağıyorken yeni bir kâbusa tanık olacaktı.
Peki hayatlarımızın senaryosunu kim yazıyor? Kader mi, tesadüf mü? İkincisi olduğuna inanmak istiyorum. Bunu tüm kalbim ve ruhumla diliyorum. Charles Jacobs'ı düşündüğümde -jokerim, değişim unsurum, hasmım- hayatımdaki varlığının sebebinin kader olduğuna inanmak istemiyorum. Çünkü eğer öyleyse bütün bu korkunç şeylerin -dehşetlerin- yaşanması gerektiği anlamına gelir. Ve bu doğruysa ışık diye bir şey yok, ona olan inancımız ahmakça bir illüzyon. Eğer öyleyse toprağa kazdıkları çukurda yaşayan hayvanlar, tümsek şeklindeki yuvalarının derinliklerindeki karıncalar gibiyiz; ve yalnız değiliz.
...
- Bütün bunlar tesadüf mü, yoksa bu hesapları bilerek mi yaptık kumandanım?
Asım Bey üst kattaki, başkomutanın açık penceresine bakar:
"Hayır teğmen! Türk kaderini şansa da, başkasının eline de bırakmaz!"
Felillâhilhamd, Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, Kitabımız bir, Dinimiz bir‥ ilâ âhir. Bu bir birler, bize yekdiğerimizi Allah için sevmek kaydını sağlamlaştırmakla beraber, rûhî, kalbî, ebedî, lâyemût bir birlik te'min etmektedir. Hamd ve şükürler olsun mü'miniz. Hayatta tesâdüf edeceğimiz binlerle musîbet ve acılara مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ gibi çok müessir devamız var.
Yine idrak ediyoruz ki, burada vazifeleri nihâyet bulanlar için, ebedî mev'ûd bir hayat başlıyor. Biz de bu yolun yolcusu, bu hanın misâfiri, bu fabrikanın muvakkat bir amelesi olduğumuz için, er geç o kafileye iltihak edeceğiz.
Hayat aslında hepimizin bildiği bir çocuk oyunundan ibarettir... TAŞ-K/AĞIT-MAKAS... Yenilgi veyahut zafer, kendi avucumuzda değil; hayatınıza dâhil olan başka avuçların hamlelerinde gizlidir... En zayıf hâlimizde kazanır, en güçlü hâlimizde yeniliriz bazen. Akıl, tecrübe, temkin, cesaret, savunma, hücum; kifayetsizdir. Kaderimiz, o "bazen"de avucumuzdan kayıp gider... Tesadüf mü tevafuk mu diye bocalarken; ömrümüz, bu oyunun belirsiz eşleşmeleri ile son bulur, biter... :(
Son on yıllarda Kudüs'ün, Saraybosna'nın, Bağdat'ın, Şam'ın, Halep'in, Beyrut'un, Bingazi'nin, Sana'nın "medeni dünya" ve onların dahili müttefikleri tarafından hoyratça ve intikam alırcasına tahrip edilmesi, haydutlara rahmet okuturcasına yağmalanması, taş taş üstüne bırakmacasına yakılıp yıkılması sadece bir siyasî operasyon, bir işgal hareketi, bir yıldırma ve diz çökertme değil en az onun kadar, belki öncelikli olarak Müslümanca yaşama üslubunu aksettiren "yerli" şehirlerin, mekânların, bize ait tecrübelerin ve asırlara hükmederek gelen işaret taşlarının ortadan kaldırılması, yok edilmesi, görünmez kılınması mânasına geliyor. Mekke ve Medine'nin, İslâmın en kutsal ve mübarek beldelerinin başına gelen akıl almaz yeni düzenlemeler de benzer şeyler. Oralardaki müdahaleler bizdekilere yakın olarak 1950'lerde başladı... Tesadüf mü bu?!
"Her zaman yüreğimdeki saflığı, temizliği özenle korumayı başardım, Hıncal Ağbi, ama artık örselendiğimi, sevgiye olan inancımı kaybetmeye başladığımı düşünüyorum, en önemlisi de kendime olan inancımı.." diyor Sezin..
"Lütfen öyle bir yazı yaz ki içinde sevmek, umut taşımak ve inancını kaybetmemek olsun.. Beni kötü zamanlarımda hep