Gerçek mutluluk ancak kırılmış olarak mümkündür. Mut­luluğu şeyleşmekten kurtaran bizzat acıdır. Ona süreklilik ka­zandırır. Acıdır mutluluğu taşıyan. Acılı mutluluk bir oksimoron değildir. Her yoğunluk acı vericidir. Tutku acı ve mutluluğu bir araya getirir. Derin mutluluğun içinde bir acı anı vardır. Acı ve mutluluk, Nietzsche'nin deyişiyle "ikiz kardeşlerdir, birlikte bü­yüyen [. . .] ya da birlikte - güdük kalan". Acı engellendiğinde mutluluk yavanlaşıp sıkıcı bir rahatlığa dönüşür. Acıya duyarlı olmayan insan derin mutluluğa kapısını kapatmıştır. "in türleri­nin bolluğu sonsuz bir kar fırtınası gibi yağar böyle bir insanın üzerine, tıpkı acının en güçlü yıldırımlarının hedefi olduğu gibi. Ancak bu koşul altında, her an her yönüyle acıya en derinlerine kadar açık olmak suretiyle mutluluğun en yüksek türlerine açık olabilir[...]
Sayın Kutlu! bu macera kelimesi kelimesine “Uzun Hikâye” adlı kitabınızda yer alıyor. Ancak oradaki fotoğrafçının adı Selami. Böyle bir tekrara düşerek yazdığınız metni bozduğunuzu düşünmüyor musunuz? — Yoo!.. Olur böyle şeyler. — Nasıl olur? — Benim kahramanlar laf dinlemiyor. Bazan böyle kılık değiştirip yazdığım kitaba sızıyorlar. —
Dergah Yayınları
Reklam
Bazı boktan lafların bu kadar gerçek olması ne kadar kötü değil mi? Tıpkı “Hayat böyle” demek gibi. Ama ne yapalım ki hayat böyle!
Budin'den İstanbul'a doğru yola çıkarken Tuygan Paşa yanımıza bir çavuş ile iki yeniçeri katmıştı. Bunlar kaşarlanmış, hilekâr, hinoğluhin kimselerdir. Hemen hepsi de genç yaşta Hristiyan memleketlerden devşirilmiş, yahut da harplerde esir düşmüş ve sünnet edilerek Türk olmuşlardır. Harplerde bunlar öteki Türklerden daha kötüdür. Hristiyan esirleri asla serbest bırakmazlar. Zira kendileri bizzat köledirler ve kölelikten başka bir şey bilmezler. Fakat hepsi de padişahtan gündeliklerini muntazaman alırlar. Bunların haddi hesabı yoktur. Bizde böyle bir şeye inanılmaz. Bir defa gelip birliğine katılan bir daha ayrılmak istemez. Menfaati uğruna anasını babasını unutup inkâr eder. Tıpkı Bosnalı bir domuz çobanı iken padişaha damat olan Rüstem Paşa gibi. Rüstem Paşa'nın kardeşi Sinan Paşa da böyledir.
Hızlı giden bir trenin içindeyken yol kenarındaki ağaçları, kuşları, çiçekleri göremeyiz ya... Süreci yaşamadan sadece sonuca ulaşır, ne olduğunu bile anlamadan bir durakta ineriz ya, ilişkilerde de tıpkı böyle bir farkındalık kazanmak gerekir. İlişki süreçtir. Yol kenarındaki ağaçlar, kuşlar, çiçeklerdir. Hızlıca bir durağa varıp inmek değildir. Her tohumun filizlenmek için emeğe ve zamana ihtiyacı vardır.
Sayfa 165Kitabı okudu
Hiçbi­rimizin geleceği bu ülkenin ve halkın geleceğinden bağım­sız değil. Nereye, ne kadar uzağa kaçsanız da değil! Peki bu genel tablo içinde ben ve benim gibi insanlar nerede duruyor? Ya da nerede duracak? İşte en kötü bölüm de bu zaten. Çünkü bana sorarsanız pek yakında, birkaç yıl içinde, bu gidişin yönünü değişti­recek bir şey olmadığı takdirde, biz bu ülke için bir şeyler yapmak istesek bile, bu ülke bizi istemeyecek. Hani bünye kendine yabancı olanı kusar ya, tıpkı öyle bizi de kusacak. Çünkü herkes hakikaten popüler kültürle kamçılanırken, giderek bütün ülke "köylüleşecek". Köylülük (köylüler değil!) kötüdür! Köylülük tutucudur; aynılaşmadır; ikiyüzlülüktür; ahlaksızlıktır. İşte böyle bir düzen içinde bize ihtiyaç olma­yacak. Bizim yaptığımız, ürettiğimiz düşünsel, sanatsal her neyse hiçbir ürünün alıcısı kalmayacak. Bizim gibi insanlar -eğer bu gidişi değiştirecek herhangi bir şey yapamazsak­ yakın gelecekte tedavülden kalkacak! Ne diyorsunuz?
Sayfa 53 - Everest YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.