Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkma aşamasında Sünni İslam'ın Türk kimliğinin belirleyici bir öğesi konumuna gelmesiydi. Yani Türk milliyetçiliği, Alevi unsurunu da dışlayan bir biçimde tanımlandı. Gerçi Osmanlılık, çok uzun bir süredir Sünnilikle iç içe gelişmişti. Merkezi Osmanlı kültürünün etkilediği Türkçede "kızılbaş" ve "dürzü" sözcükleri, birer küfür olmuştu. Nitekim Sivas'tan 1919 Temmuzu'nda Erzurum'daki Mustafa Kemal Paşa'ya yazan Albay Refet (Bele) Beyde, Sivas yöresi Alevilerini "kansız" biçiminde adlandırmıştır. Ayrıca Türk milliyetçiliği, tutunabilmek için İslamcılık ideolojisine bir dizi ödün vermek zorunda kalmıştı. İşte bu yüzden Ziya Gökalp'in programı yalnızca "Türkleşmek ve muasırlaşmak"tan ibaret kalmamış, bir de "İslamlaşmak"ı içermek zorunda kalmıştı. Gökalp'ten sonra Şemsettin Günaltay, Alevileri tamamen dışlayacak, 1923'te yayımladığı Mâziden âtiye kitabında ise Orta Asya iklim ve coğrafyasının Sünniliği Araplardan bile daha iyi taşıyacak bir Türk karakteri yarattığını ileri sürecekti.
İngilizler Kuralsız bir ulustur; ama tarihsel bağlantılar, gelişme bakımından bilinen gelenekler, en çok ingilizlerde görülür. İngilizleri geliştiren gelenekçiliktir.
Bir milliyetin yurdu olmayan ülke, fertlerin karın doğuracağı bir imaret mahiyetini alır. Devlet ve vatan müesseseleri milli ülküye istinat ederse hayatları ebedidir. Fertlere istinat ettikleri takdirde tükenmeye mahkumdur.
İlmin ölçütü ameldir. Ameldeki muvaffakiyetsizliğimizle ilimdeki behresizliğimizi(pay sahibi olmayışımızı) ispat ettik. O halde ne uzman bilginler yetiştiren âlî mekteplerimiz ne de vatandaşlar yetiştirmeye çalışan talî mekteplerimiz hiçbir fayda temin edememişlerdir.