Turkmaestro

Yeni tarih, “Bugünkü halimizin ne doğal olduğunu ne de sonsuza dek süreceğini,” söyler. Bir zamanlar her şeyin başka olduğunu hatırlatır. Sadece bir dizi tesadüfi olay bugünün haksız dünyasını ortaya çıkarmıştır. Akıllıca davranırsak dünyayı değiştirebilir, çok daha iyi bir dünya kurabiliriz. Marksistler bu nedenle kapitalizm tarihi okur, feministler ataerkil toplumların oluşumunu çalışır ya da Siyahlar köle ticaretinin dehşetlerini anarlar. Geçmişi ebedileştirmeyi değil ondan kurtulmayı amaçlarlar.
Reklam
Tarih okumak, geçmişin sımsıkı tutunan o soğuk elini gevşetmeyi amaçlar. Başlarımızı çevirip atalarımızın hayal edemediği ya da hayal etmemizi istemediği ihtimalleri fark etmemizi sağlar. Rastlantı sonucu ortaya çıkmış bir dizi olayı gözlemleyerek, kendi düşünce ve hayallerimizin nasıl şekillendiğini fark eder ve farklı düşünceler, farklı hayaller üretiriz. Tarih okumak bize ne yapacağımızı söylemese de daha fazla seçenek sunar.
Tarihsel bilginin çelişkisi budur. Davranışı değiştirmeyen bilgi işe yaramaz, ama davranışı çok hızlı değiştiren bilgi de hızla bağlamını yitirir. Daha çok veriye sahip oldukça tarihi daha iyi anlarız ama tarih rotasını hızla değiştirir ve bilgilerimiz de hızla miadını doldurur.

Reader Follow Recommendations

See All
(Bedenin güzelliği tümüyle deridedir. İnsanlar derinin altındakileri görebilseler, ki Boethia'da vaşakların görebildiği söylenir, kadınlann görünüşünü mide bulandırıcı bulurlardı. Kadının cazibesi sümüksü maddelerden ve kandan, sıvılardan ve safradan ibarettir. Burun deliklerinin, boğazın ve karnın içindekileri düşünün: sadece pislik... Kusmuğa ve dışkıya parmak uçlarımızla bile dokunamadığımız halde, pislik torbasına sarılmayı nasıl arzu edebiliyoruz?”
Nietzsche devlerin saltanatını istiyordu, Marx ise sözde mutlu bir cüceler ülkesi. İkisi de temelde Batı ideasına bağlıydılar. Nietzsche soysuzlaştırılarak Batıda denendi. Ve başarısızlığa uğradı. Çünkü: devler değil, devlerin karikatürleri ortaya çıktı. Marksizm ise Batıya yetişmeye çalışan ülkelere sürüldü. Onlar da onu Batılılaşma aracının daha çağdaşlaşmışı gibi alıp işlediler.
Reklam
Osmanlı Devleti, doğuşu ile birlikte, hızlı bir genişleme içinde 1350'li yıllarda Avrupa'ya ayak bastı ve yarım yüzyıl içinde Rumeli'de Bizans'ın varlığını ve diğer siyasi organizasyonları sona erdirmeyi başardı. Bu kadar hızlı genişlemenin sebepleri ne idi? Bütün bu gelişmenin bir askeri başarılar serisine dayandığı malum, fakat bu başarıları sırf askeri saymanın imkânı yoktur. Eğer böyle olsaydı bunun uzun soluklu olması mümkün olmazdı. Osmanlıların asıl başarılarını, ordularını iyi örgütleyip eğitmekten ziyade, bu orduların gerisinde kurmuş oldukları ve bizzat orduları da taşıyan, besleyen sosyal ve iktisadi düzenlerinde aramak gerekir. Güçlü merkeziyetçi, tam bir dayanışma içindeki meritokratik bir elitin oluşturduğu bu düzenin temel niteliği, geniş halk kitlelerine, bölgedeki diğer siyasi yapılara göre daha ileri düzeyde sağladığı refahtır. Güvenlik, adalet ve hoşgörüyle birlikte kitlelere sağlanan bu refah, Osmanlı sisteminin başarısının özünü teşkil eder.
"...kıta ölçeğinde giderek yaygınlaşmak üzere benimsenen kapitalizmin, hemen doğar doğmaz özünü oluşturan eşitsizliklerle yol açtığı sayısız acılara rağmen muazzam bir gelişme göstererek 3-4 yüzyıl sonra herkese refah getirebilecek bir konuma gelebileceğine Osmanlılar pek ihtimal vermediler. Öyle bir ihtimali akla getiren, o çağın Avrupa'sında da muhtemelen kimse yoktu. Ancak Osmanlılar kehanet derecesinde bir tahminle bu ihtimalin gerçekleşeceğine kani olsalar bile, milyonlarca fakir insana bunca acıyı yüklemeyi, Müslüman vicdanlarına herhalde sığdıramayacakları için kabul etmezlerdi, diyebiliriz. Onun için eşitlikçi yapıda karar kıldılar ve onu bütün karşı koymalara, aykırı girişimlere, zorluklara ve risklere rağmen muhafaza etmeye çalıştılar."
Sanayi alanında 1827'de başlayan bir seri yeni fabrikalar kurma faaliyeti, 1850'lerde son buldu. Bu tarihlerden sonra devlete ait fabrika yatırımlarına pek rastlanmaz. Daha önce kurulmuş olanların çoğu da 1855'ten sonra, ithal rekabetine dayanamadığı için kapanmıştır. Geleneksel esnaf sektörü de aynı rekabet karşısında 1840'lı yıllarda hızla daralmaya maruz kalarak yardım talebiyle devlete başvurulduğu zaman, devlet fiskalist mantıkla hareket ettiği için, kendi kurduğu ve kurulmasını teşvik ettiği fabrikalar gibi, onlara da gümrük himayesi sağlamayı hiç düşünmedi.
Sanayi alanında 1827'de başlayan bir seri yeni fabrikalar kurma faaliyeti, 1850'lerde son buldu. Bu tarihlerden sonra devlete ait fabrika yatırımlarına pek rastlanmaz. Daha önce kurulmuş olanların çoğu da 1855'ten sonra, ithal rekabetine dayanamadığı için kapanmıştır. Geleneksel esnaf sektörü de aynı rekabet karşısında 1840'lı yıllarda hızla daralmaya maruz kalarak yardım talebiyle devlete başvurulduğu zaman, devlet fiskalist mantıkla hareket ettiği için, kendi kurduğu ve kurulmasını teşvik ettiği fabrikalar gibi, onlara da gümrük himayesi sağlamayı hiç düşünmedi.
İnsana yeni bir hayat anlamı getirme ödevi ile karşı karşıya kalmıştır Batı. Yani, hal diliyle insanlık Batıya bunu söylemektedir ve: “Dünyaya hâkim olmak istedin. Pekâlâ, işte oldun. O halde, kader senden, hepimizin asgari mutluluğu veya hiç olmazsa hayatın yaşanmaya değer olduğunu kabul edebilmemiz için yeni bir inanç, varoluş, yorum ve anlamı istemektedir. Bu sorumluluğa hevesli olan sendin. Bunu sen kendin yüklendin. Şimdi cevap ver bakalım” demektedir.
Reklam
İnsanlık uyanmaya başlıyor ve Batıdan hesap sorma gücüne ermeğe çalışıyor. Görünüşte batılılaşıyor, gerçekteyse Batıyla hesaplaşabileceği bir eşit güç düzeyine ulaşmak istiyor. Roma'ya başkaldıran köleler gibi.
Eski medeniyetler, bir kenara bırakılamaz. İnsan ruhunun tarihi gibidirler, İnsan başarısının sergileridir onlar. İnsan çilesinin vazgeçilmez anıtlarıdırlar.
Çok kuvvetli bir dış rekabet karşısında, az çok karmaşık bilgi ve teknoloji gerektiren bir sanayi kolunda yeni kurulan bir manifaktürün yaşayabilmesi için kuvvetli bir himayenin şart olduğu açıktır. Ancak çağdaşı Avrupa ülkelerinde müşahade ettiğimiz bu tip merkantilist himaye politikasına ait unsurlara Osmanlı İktisadi Dünya Görüşü'nde rastlamadığımız gibi, toplum yapısında da bu dünya görüşünü o istikamette zorlamaya, hatta etkilemeye namzet merkantil bir menfaat zümresi, Osmanlı sisteminin bir gereği olarak vücut bulamamıştı.
Sayfa 257Kitabı okudu
İslâm'ın ikinci hamlesi olarak nitelediğimiz Osmanlı Devleti, 14. yüzyılda doğduğu zaman, Müslüman Doğu ile Batı arasındaki iktisadi farklılaşma çoktan teşekkül etmiş ve epeyi de mesafe almış bulunuyordu. İktisadi zenginlik ve gelişmenin Batı'ya kaymış olduğu ve bu uzun vadeli değişmenin, ani bir değişme gibi görünen coğrafi keşiflerden çok önce başladığı, hatta keşiflerin de aynı uzun vadeli değişmelerin kompleks sonuçlarından sayılması gereği, araştırmalar ilerledikçe daha büyük bir vuzuhla ortaya çıkmaktadır.
Sayfa 205Kitabı okudu
Sadece fıkıhta değil, tasavvufta, siyasette ve diğer alanlarda da Müslümanlar arasında hürriyettense itaat öne çıkarılır. Bunun birtakım nefsani sebepleri vardır: Farklılıklardan korkmak, insanları çevreleme hırsı, kadim kültürlerin kalıntısı, siyasilerin beklentisine uymak gibi. Sonuç olarak Müslümanlar yaratılıştaki kesret prensibine, hayatın dinamizmine zihnen yabancılaşmıştır. Toplumsal olguları okuyamaz, hakk (hakikat, gerçeklik) ve normatif (norm/hukuk üretici) sayamaz hale gelmiştir. Bu sorunlu psikolojinin kutsallık ambalajlarına sarılı olması vaziyeti büsbütün zorlaştırmaktadır.
Sayfa 168Kitabı okudu
1,299 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.