Gülhan Tuba Çelik okurlarını, İstanbul'un tarihi mekanlarında, sokaklarında, caddelerinde ve hatta Bizans'ın saraylarında gezdirmiş. Her metinde bir güzel dolaştırıyor Suriçi'nde bizleri. Bu da yetmiyor, oldukça başarılı bir kurgu atmosferi de peşinden geliyor. Anlatıcı her metinde aynı, elinde bir kamera var ve bizler o kadrajdan şehri, orada yaşayan karakterleri izliyoruz. Okurunu karakterlerinin yanına yaklaştırmıyor Gülhan Tuba. Tam bir duygusal bağ kurmamıza da izin vermiyor. Anlatım diliyse neredeyse kusursuz. Betimlemeler ayrı, karakterlerin yaşadığı durumları anlatması ayrı iyi. Metinlerde bolca tekrarlar var. Normalde tekrarlardan nefret eden bir okur olmama rağmen bu kitaptakileri çok sevdim. Bunun nedeni de anlatımın akışına tempo getirmeleri. Tekrarlar sayesinde ritim daha da yükseliyor.
Farkındaysanız yukarıda kitaptaki öyküler hakkında hep metin diye bahsettim. Çünkü "öykü" tanımlamasına elim gitmiyor. Bunlar öyküden çok mekanla ilişkilendirilmiş bir romanın farklı karakterlerle kurulmuş bölümleri gibiler. Ama sonuçta her karakterde farklı bir hikâye anlatıldığından tam da bir romanın bölümü gibi de değiller. Kısacası Onlar ve Köpekleri türler arasında kalmış bir eser. Belki de tek olumsuz yanı bu. Yazar, üçüncü şahıs anlatıcısıyla konforlu bir alanda kendini bırakmış. Ama bazı metinlerden anlıyoruz ki bu sınırın dışına da çıkmak istiyor.