Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İlk önce komünizm değil, yurtseverlik, benim Lenin'e ve Üçüncü Enternasyonal'e güvenmemi sağladı. Adım adım, mücadele boyunca, pratik faaliyetlere katılırken Marksizm - Leninizm'i incelemek suretiyle yavaş yavaş bütün dünyadaki ezilen ulusları ve çalışan halkı kölelikten sadece sosyalizmin ve komünizmin kurtarabileceği gerçeğine geldim. Ülkemizde ve Çin'de mucizevi "Bilgenin Kitabı" hakkında bir efsane vardır. İnsan büyük güçlüklerle karşılaştığı zaman bu kitabı açar ve bir çıkış yolu bulur. Biz, Vietnam devrimcileri ve halkı için, Leninizm; sadece bir mucizevi "Bilgenin Kitabı", bir pusula değil, fakat aynı zamanda nihai zafere, sosyalizme ve komünizme giden yolumuzu aydınlatan parlak bir güneştir de.
Sayfa 207Kitabı okudu
İKTİSAT-KÖYCÜLÜK / MEMLEKETÇİLİK-SOSYAL ADALET Atsız Türk düşünce hayatına 15 Mayıs 1931 tarihinde çıkmaya başlayan Atsız Mecmua ile girer. Bu dergide çıkan Boz Kurt imzalı ilk yazılarında Anadolu'ya, "memleket"e, köye ve köylüye ağırlık verdiği görülür. "Bir kuş bakışı" başlıklı ilk yazıda bulunan şu cümleler dikkat
Reklam
Abdülkerim efendi ve Maymun olayı
Eski yelken ve kürek devri gemiciliğinde, her gemide birkaç tane talimli maymun bulunurdu. Bunlar, açık denizde gemilerin direklerinin tâ tepesine tırmanarak korsan gözcülüğü yaparlardı; gayet keskin olan gözleriyle ufukta bir gemi gördükleri zaman bağırarak haber verirler, gemiciler de bir korsan çengine hazır bulunurlardı. İstanbulun yelken, halat, makara, kürek, zift, varil,lenger.. Hulâsa bütün gemi teçhizat ve levazımının satıldığı yer Galatada, iki köprü başı arasındaki saha idi. Gaziköprüsü başında Sokullu Mehmed Paşa camii Azap kapısı camii civarında da bir sıra maymuncu dükkânları vardı; tersane gemileri ve sair tüccar gemileri için talimli maymunlar burada satılırdı. Üçüncü Muradın hocası Abdülkerim efendi gayet mutaassıp, asabi, her aklına geleni yapan, Padişah üzerindeki nüfuzuna dayanarak hiç kimseden korkmayan bir adamdı. Güzel konuşur, camilerde vaaz ettiği zaman dinleyicileri kendisine meftun ederdi. Bir gün, hoca efendi bir kitapta Maymun fuhşa âlet olur diye bir bend okumuş, asabiyetinden ateş kesilmişti; hemen arkasına binlerce insan toplayarak Azapkapısı çarşısına gitmiş, maymuncu dükkânlarını basmış, ne kadar maymun varsa yakalatıp biçare hayvanları oradaki ağaçlara astırarak idam ettirmişti. Halkta pek haklı olarak bu mutaassıp hocaya "Maymunkeş" lâkabını takmıştı.
FUNDİN OĞLU BALİN MORİA HÜKÜMDARI
Sayfalara buraya varmalarından itibaren yıllara göre numara vermişler galiba. En üstteki sayfa bir-üç diye numaralandırılmış, yani baştan en az iki sayfa eksik. Şunu dinleyin! “Orkları büyük kapıdan ve nöbetçi -galiba; bir sonraki kelime bulaşmış ve yanmış: muhtemelen odasından- atıp, birçoğunu vadideki parlak -sanırım-günışığında katlettik. Floi
Balzac her şeyi biliyordu; süreçleri, savaşları, borsa manevralarını, arsa spekülasyonlarını, kimyanın sırlarını, parfümcülerin hilelerini, sanatçıların hünerlerini, teologların tartışmalarını, gazetelerin nasıl yönetildiğini, tiyatronun illüzyonunu ve şu diğer sahnenin, politikanınkileri biliyordu. Taşrayı biliyordu, Paris'i ve bütün dünyayı biliyordu, o connaisseur en flânerie (o uzman avare) sokakların dolambaçlı ifadelerini bir kitap okur gibi okuyordu; her evin ne zaman, kim tarafından ve kimin için yapıldığını biliyor, kapıların üzerindeki armaların sırrını çözüyor, yapının tarzına bakıp bütün bir çağı anlıyor ve aynı zamanda kiraların ne kadar yüksek olduğunu biliyor, her kata insanlar yerleştiriyor, odaları mobilyalarla bir döşüyor, onları bir mutluluk ve mutsuzluk atmosferiyle dolduruyor; birinci kattan ikinci kata, ikinci kattan üçüncü kata kaderin görünmez ağlarını örmesine izin veriyordu. Balzac'ın ansiklopedik bir bilgisi vardı, Palma Vecchio'nun bir tablosunun değerini, bir hektar otlağın kaç para ettiğini, bir dantelin, bir faytonun, bir uşağın fiyatını biliyordu, borç içinde yüzdüğü halde yılda yirmi bin frank harcayan kibar tabakanın hayatını tanıyordu./Syf.36
Daha Ne Olsun...
Zaman değil, bir sonsuz hüzün, dedim, usulca doğrularak. Yazarken, yaşarken... bir çınlama, bir ân, beşinci mevsim, on üçüncü ay, sekizinci gün. Belki de bir yetinmeme ruhu. Giz­ li bir geçicilik acısı. İçimizde dışımızda bir boşluk. Geçer ve yoktur. Her şey yabancıdır artık. Hem acı hem arzu, hem ha­yal hem hatıra, hem unutuş hem kırbaçlı bir bellek. Eşyalar, ağaçlar, kuşlar, dağ başları, lambalar, ay ışığı, ırmaklar, sesler, parmaklar, çocuklar... gövdemizde çiçeklenen ne varsa, kal­bimizde yaprak dökmektedir aynı anda. Zaman hüzündür(...)
Sayfa 52 - Kırmızı Kedi YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Öteki duvar da, hemen hepsi yırtılmış, fakat Karl İvanoviç’in becerikli eliyle yapıştırılmış haritalarla kaplıydı. Ortasında aşağı inmek için bir kapı bulunan üçüncü duvarın bir tarafında iki cetvel asılı dururdu: birisi bizim üstü çizik çizik olmuş cetvelimiz, öteki yepyeni bir cetvel, çizmekten ziyade, bizi teşvik için kullanılan, onun hususî cetveli idi. Karşı tarafta, bizim küçük suçlarımızın haçlarla büyüklerinin de yuvarlaklarla işaret edildiği bir kara tahta, onun solunda da cezalandırıldığımız zaman diz çöktüğümüz köşe vardı.Bu köşe, bende ne silinmez hâtıralar bırakmıştı! Sobanın kapağını, bu kapağın hava deliklerini ve kapağı çevirince içeri hücum eden havanın çıkardığı sesi hatırlıyorum. Bazan köşede dururdum, dizlerim, belim ağrıyıncıya kadar durduğum olurdu, o zaman galiba Karl İvanoviç beni unuttu, diye düşünürdüm; kendisi şimdi herhalde, yumuşak koltuğunda oturmakta ve hidrostatiğini okumaktadır, halbuki ben ne haldeyim? diye düşünürdüm.
On üçüncü mektup
Düşe kalka ilerleyeceğin yollarda, taşlar kanatacak ayaklarını. Issız, karanlık ormanlardan geçeceksin yapayalnız. Sonra bir bataklık başlayacak gözün alabildiğine. Omuzlarına kadar yapışkan çamurlara saplanacaksın. Durmadan yağmur yağacak üstüne, iliklerine kadar ıslanacaksın, üşüyeceksin. Ahtapot elleri gibi uzun, pis sarmaşıklar dolanacak ayak bileklerine. Dört yanında kara bataklık kuşları dönecek çığlık çığlığa. Geçmiş zamanı düşüneceksin. O bir daha yaşanılmaz günleri, geceleri düşüneceksin. Bataklığın son bulduğu yerde zift gibi koyu bir gece başlayacak geçmiş gecelere benzemeyen. Yürüyeceksin, ağır ağır ilerleyeceksin zamanın ve gecenin ortasında. Keskin bir rüzgâr çıkacak, merhametsiz kırbaçlar gibi parçalayacak yüzünü. Sonra bir dağ yamacına varacaksın, bitkin ve perişan... Uzaklarda cılız bir ışık göreceksin. Sen yaklaştıkça büyüyecek, sıcak kollarıyla saracak seni. Fakat, sen o ışığın olduğu yere hiçbir zaman varamayacaksın ve bu gerçeği anladığın anda yı- kılacaksın, korku ve ümitsizlik saracak yüreğini, ağlayacaksın. İşte o zaman beni düşüneceksin, çektiklerimi, senin için katlandığım şeyleri düşüneceksin. Bulutlar dağılacak. Seni nasıl sevdiğimi, nasıl yüceleştirdiğimi, nasıl o erişilmez ışık haline getirdiğimi birer birer anlayacaksın. Karşılaşmamız kaderdi belki. Ama çektiğimiz çiledir bizi birbirimize yaklaştıran, o korkunç ümitsizlikler, büyük çaresizliklerdir. Acılarımızı yitirmeyelim
Sayfa 139
Casusluk size üçüncü bir göz verirken yanlış bilgi düşmanınızın gözlerinden birini çıkarır. Tek gözlü canavar hedefini her zaman şaşırır.
arkadaşlar üç gruptur: biri gıda gibidir; insan onsuz yapamaz. diğeri ilaca benzer; insan bazen ona muhtaç olur, bazen olmaz. üçüncü grup ise, hastalığa benzer; insan hiçbir zaman ona muhtaç değildir. fakat bazen insan ona müptela olur
Sayfa 25
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.