"Korkuyu Beklerken”, Oğuz ATAY’ın ilk okuduğum kitabı. Kitap sekiz kısa hikâyeden oluşuyor. Her bir hikâyede karamsar, umutsuz, yalnız, toplumdaki diğer insanlardan farklı ruh hallerindeki insanların iç dünyalarından örnekler var.
Kimi toplum dışına itilmiş, kimsesiz- sahipsiz kalmış, kimi bir şekilde hayatımıza girmiş, sonrasında unutup gittiğimiz, kimi kendi kendine oluşturduğu bir korku dünyasında yapayalnız kalan ya da yalnız kalmak için kendini bir korku dünyasına hapseden, kimi değer verilmeyi bekleyen, ufacık bir umuda sarılmış mutsuz, yalnız insanların hikayeleri…
Genel olarak, mutsuz ve hayata küsmüş insanların hikâyelerini anlattığından çok olumsuzluk yüklüyor insana ve bu yüzden okumak biraz yorucu. Yine de her bir hikâye ayrı bir tat bıraktı bende. İnsanın ruh dünyasındaki değişimler çok iyi anlatılmış, sanki kendi iç sesinizle konuşuyormuşsunuz gibi akıp gidiyor hikâyeler.
En çok “Ne evet ne hayır” adlı hikâyeyi okurken zorlandım ve bitmesi için sabırsızlandım diyebilirim. Hikâyenin anlatımında sık sık yapılan parantez içindeki açıklamalar beni yordu.
En beğendiğim hikâye, “Korkuyu beklerken”; beni en çok etkileyen ise belki yazarın kendi hikayesi olduğundan “Babama mektup” oldu.
Bu anlattıklarım gözümü korkuttu mu? Hayır. Tam tersi daha çok merak uyandırdı. Sonuç olarak, Bir daha Oğuz ATAY okur muyum? Kesinlikle evet. “Tehlikeli Oyunlar” ve “Tutunamayanlar” okuma listemde yerini aldı bile.
Merak edenlerin okumasını tavsiye ederim ve keyifli okumalar dilerim.