"Kuvayı Milliye, namuslu bir insanın yastığının altındaki tabancaya benzer, namusunu korumak için herhangi bir ümit kalmadığı anda, hiç olmazsa intihar etmeye yarar."
Radyo konserlerinden başka bir etkinliği olmayan bu grup dağıldıktan sonra Mesut Aytunca yeni bir grup için kolları sıva dı. 1965 yılıydı. Bu yıl yerli rokçular için bir dönüm noktası ol muştu. Çünkü Hürriyet gazetesi o yıl yerli müzik gruplarının katılacağı "Altın Mikrofon Yarışması"nı ilk kez düzenlemişti
Türkçe sözlü rock müziğinin temelini atan bu büyük organizas yon o kadar çok ilgi görmüştü ki, ülke çapında yüzlerce gru bun kurulmasına vesile oldu. Mesut Aytunca, ritim gitarda Erol Bilem, bas gitarda Berç Kürkçü, bateride Koray Yılmaz (St. Be noit' da öğrenci) ve vokalde Muzaffer Güler' den oluşan grubuy la Altın Mikrofon Yarışması' na katıldı. "Kaşık Havası" ile üçüncü oldu. Final İzmir Efes Oteli'nde yapılmış, halk jürisi birinci liği Yıldırım Gürses'e, ikinciliği Mavi Işıklara vermişti. Yarış madan sonra Siluetler İzmir ' de kaldı ve Efes Oteli'nde çalışma ya başladı. Bu, grubun ilk profesyonel işi oldu.
Radyo konserlerinden başka bir etkinliği olmayan bu grup dağıldıktan sonra Mesut Aytunca yeni bir grup için kolları sıva dı. 1965 yılıydı. Bu yıl yerli rokçular için bir dönüm noktası ol muştu. Çünkü Hürriyet gazetesi o yıl yerli müzik gruplarının katılacağı "Altın Mikrofon Yarışması"nı ilk kez düzenlemişti
Türkçe sözlü rock müziğinin temelini atan bu büyük organizas yon o kadar çok ilgi görmüştü ki, ülke çapında yüzlerce grubun kurulmasına vesile oldu. Mesut Aytunca, ritim gitarda Erol Bilem, bas gitarda Berç Kürkçü, bateride Koray Yılmaz (St. Be noit' da öğrenci) ve vokalde Muzaffer Güler' den oluşan grubuy la Altın Mikrofon Yarışması' na katıldı. "Kaşık Havası" ile üçün cü oldu. Final İzmir Efes Oteli'nde yapılmış, halk jürisi birinci liği Yıldırım Gürses'e, ikinciliği Mavi Işıklara vermişti. Yarış madan sonra Siluetler İzmir ' de kaldı ve Efes Oteli'nde çalışma ya başladı. Bu, grubun ilk profesyonel işi oldu. Monkees'den
Atatürk'ün miras bıraktığı milli ve manevi değerlerin yılmaz savunucusu olan dava adamı Papa Eftim'in kurduğu Türk Ortodoks Patrikhanesi, onun açmış olduğu yoldan taviz vermeden mevcudiyetini devam ettirmektedir. Türk Ortodoks Patrikhanesi, Atatürk'ün bizlere emanet ettiği kurumlardan biridir. Ülkemizin içinde bulunduğu şartlar, Türk Ortodoks Patrikhanesi'nin her alanda desteklenmesini zorunlu kılmaktadır. Güçlendirilmiş bir Türk Ortodoks Patrikhanesi hem Fener Rum Patrikhanesi'ni zayıflatacak hem de dünyanın çeşitli yerlerindeki Hristiyan Türklere yönelik önemli faaliyetlere imza atacaktır. Ülkemizin bir Ortodoks çemberi içine alınmaya çalışıldığı, bir yandan ekümeniklik iddiası içindeki Fener Patrikhanesi'nin, bir yandan büyük bir Ortodoks nüfusa hitap eden Rus Ortodoks Kilisesi'nin, bir yandan da çeşit çeşit misyoner grupların faaliyet gösterdiği günümüzde Türk Ortodoks Patrikhanesi'nin desteklenmesi ve bunun devlet politikası haline getirilmesi büyük önem arz etmektedir.
“…Gaybın perdeli oluşunun bir başka hikmeti, insanların korku ve ümit arasında bir dengede bulunmalarını sağlamaktır. Çünkü, insan ancak bu iki hali dengede tutmakla, istikametli bir hayat yaşayabilir. Yaptığı ibadetlerle cenneti kazanacağını gören bir mü’min, gurura düşebilir. Günahlar içinde ömür geçiren birisi, birisi akıbetinin cehennem olduğunu görse, “nasıl olsa battık” deyip, bütünüyle günahlara dalabilir. Halbuki gaybın perdeli oluşu, birinci kişiyi gururdan, ikinci kişiyi de ümitsizlikten kurtarır. Zira, ibadet içinde ömür geçiren birisi gurura düşse, büyük zarara uğrayacağı gibi, günahlara dalan birisinin, samimi bir tevbeyle hayatının son gününde bile olsa kurtulması mümkündür”
Türk ordusunun başarılarında en önemli unsur sür’atti. Bir askeri sefer sür’atle bitirilemediği, baskın tarzında sürpriz olmaktan çıktığı takdirde, felaket sayılırdı. Türklerin bu çağdaki başlıca düşmanı olan Çin’in kesif nüfusuna karşı ancak böyle bir taktikle başarı kazanmak mümkündü. Türk atlısı, gece gündüz durmadan yol alır, ancak birkaç saat atını dinlendirir, o sırada kendisi de uyurdu. Yanında daima yedek at bulundurur, atlarından biri yorulunca, diğerine binerdi. Türk atlı ordusu, düşmana hiçbir haber alma şansı bırakmadan, en ümit edilmedik anda üzerine çullanırdı. Eğer düşman ordusu yüz binleri buluyorsa vuruşma kabul edilmez, Türk ordusu kırdırılmazdı. Daima geri çekilmek suretiyle uçsuz bucaksız Türk toprakları içinde düşman şaşkına çevrilir, çete savaşıyla yıpratılır, en yorgun anında, üssünden yüzlerce kilometre ötede birden taarruza geçilip yok edilirdi. Düşman, mesafeden ürkerdi. Türklerin en ürkmedikleri şeyse mesafeydi. Türk atlıları, Karadeniz’le Pasifik arasında at koştururlardı. Göktürk ordusu 230.000 kişiden ibaretti.
'Kuvayı Milliye, namuslu bir insanın yastığının altındaki tabancaya benzer, namusunu korumak için herhangi bir ümit kalmadığı anda, hiç olmazsa intihar etmeye yarar.'