Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Hayriye Hanım, yurda döndükten sonra kimi zaman kendisini ziyaret eden gazetecilerle konuşmuş ve Talat Paşa ile ilgili anılarını anlatmıştı. Onun en sevinçli olduğu günü şöyle anlatacaktı: “Çanakkale zaferini haber aldığımız an sevinçten kendinden geçer gibi olmuştu. Hiç unutmam, yatak odasında idik. Hayriye öyle planlarım var ki, Ah şu harbi kazandığımız gün, bilsen ne olacak. Büyük Türk milleti hak ettiği hürriyetine kavuşacak. İnkılaplar yürüyecek, taa Cumhuriyete kadar. “
"(...) Hep aynı içkiyi içerdi. Herkes rakı içerdi o viski... Ecnebi bir memlekette alışmış. Bir gün birisi sordu, 'Efendim rakı buyurmaz mısınız?' Hiç unutmam, kadehini eline aldı, hastasının filmine bakan bir mütehassıs gibi tetkik etti, dedi ki: 'Efendim ben ilk bunu tattım ve içince mesut oldum. Bilaşüphe rakı da lezizdir şarap da... Hatta çok daha lezzetli içecekler de mutlak ki vardır. Lakin sürekli aramak demek sürekli hırpalanmak demektir. Bulduğuna kanaat getiren orada durmalıdır. Hülasa bu fikrim eşyam için de geçerlidir. Keza beşeri münasebetler için de. İhtimal her zaman daha iyisi bulunabilir. Amma ben kötüye tahammül ettiğim hissinde değilsem, mutluysam, orada dururum. Misal, bu bir insansa, o kimse artık bana ferd-i yektadır. İçki mühim değil, sersemce para harcar, bîmeze tatlara katlanır, hadi biraz istifra eder nihayet beğendiğine dönersin. İçki seni kabul eder çünkü o parasını ödeyen herkesi kabul eder, sana darılmaz. Lakin insanlar içki değildir, başkaları denendikten sonra kendilerine dönüldüğünü bilen insanlar kırgındır..."' Mehtap Hanım gözlerini Alper'e odakladı. "Evvel böyle değilmiş. Zevcesini aldatmış. Kadın da onu terk etmiş ve sevse de affetmemiş bir daha diye işitmiştim." Alper, bu sözlerdeki tehditvari nasihati anladı ve kadının sözü Vaniköy'de mukim olmaktan kaldırıp buraya getirmesindeki hünere hayranlık duydu.
Sayfa 197 - Sözler: Sakla bizi Üsküdar, Marmara sahilleriKitabı okudu
Reklam
— [...] İlimce, fence, edepçe, malumatça, tahsilce senden pek aşağı olanların yüksek mevkiler ihraz ettiğini söylüyorsun. Fakat bu pek tabiîdir. Çünkü sende olmayan bir şey onlarda vardır: Liyakat... Liyakat karşısında senin ne ilmin, ne fennin, ne edebin, ne malumatın para eder, ne de tahsilin, iktidarın... Eminim ki şimdi şurasını okurken başını sallıyor, içinden: — Vay, bende liyakat yok mu? diyorsun. İstersen bana darıl, Efruz. Seni şüphede bırakmamak için serbestçe söyleyeceğim: — Sende liyakat yoktur! "Ne malum?" mu diyeceksin? Dur sana ispat edeyim. Bizim Rüştiye'de iken bir mantık hocamız vardı. Derdi ki: — İlim, tarif demektir, evlâtlarım, size bir şey söyleyenin "o söylediği şeyi" hakikaten bilip bilmediğini anlamak istiyor musunuz? Kullandığı tâbirleri tarif, tahdit ettiriniz. O saatta ilmini, yahut cehlini anlayacaksınız. Ben çocukken öğrendiğim bu eski usulü Istanbul'da sana çok tatbik ettim, Sen her lafın arasında nakarat gibi kullandığın "medeniyet, fert, cemiyet, tarih, tahaddüs, terkip, tahlil.. ilâh.." gibi tabirlerin birisini bana -velev yanlış olsun- tarif edemedin. Hatta hiç unutmam, bir kere: — Şiirin ne olduğu asla tarif olunamaz, dedin. Hatırlıyor musun? Fakat "liyakat" böyle ilmî(!) bir tabir değildir. Bu âdeta altın gibi bir şeydir. Kimde varsa ne olduğunu güneş gibi bilir, tarif eder.
Sayfa 190 - İnkılap YayıneviKitabı okudu
Kendimi bütün ruhumla unutmanın uykusuna bırakmak istiyordum. Unutmam mümkün olsaydı, unutmak sürekli olsaydı, gözlerim kapansaydı da azar azar uykunun ötesine, mutlak hiçliğe gömülebilseydim, varlığımı artık hissedemez olacağım noktaya varsaydım, bir mürekkep damlasında, bir musiki ahenginde ya da renkli bir ışında erir giderdim ve sonunda dalgalar ve şekiller öyle büyürlerdi ki, hissedilmezin içinde silinir, yok olurlardı. O zaman dileğime kavuşurdum.
Ey qardaşlar! Bir zamanlar elmisizlik dumanı, Cəhalətin kor pəncəsi qaplamışdı hər yanı. O zəhərli havalardan gül yanaqlar solmuşdu, O gün xain, pis əllərdən Vətən xarab olmuşdu! Göylər bizə işıq deyil, yıldırımlar saçırdı. Günəş, yağmur, sular bizdən uzaq qaçırdı. Allah belə qəbul etməz oldu bizim qurbanı, Bizi o gün boğuyordu azğınlığın
Sayfa 58 - QanunKitabı okuyor
Atsız Armağanı: Atsız'ı sevenler 1974 yılında onun için bir armağan çıkarmak istediler. Mustafa Kafalı olayı şöyle anlatıyor: "1974 yılıydı. İstanbul'da, bizim evdeyiz. Çay içiyoruz. Hanım, çay getirip götürüyor. Necmettin Hacıeminoğlu, Mehmet Eröz, Erol Güngör ve ben, memleket ahvali üzerine konuşuyorduk. O konuşmalar sırasında,
Reklam
• İnsan geleceğe hangi anısının kalacağını seçemiyor.Yaşarken diyorsun ki bu anı ölene kadar unutmayacağım.Yani unutmam herhalde diye diyorsun bunu.Ama unutuyorsun. Bu da bir şey mi, bazen de oluyor ya, bu anı lütfen yaşanmamış sayalım ,hemen unutalım; bu ise bir türlü geride kalmak bilmiyor, ilk anın tazeliğiyle dimağını eritiyor da eritiyor.
Sayfa 18 - İz Yayıncılık
Unutmam mümkün olsaydı, unutmak sürekli ol­saydı, gözlerim kapansaydı da azar azar uykunun ötesine, mutlak hiçliğe gömülebilseydim, varlığımı artık hissedemez olacağım noktaya varsaydım, bir mürekkep damlasında, bir musiki ahenginde ya da renkli bir ışında erir giderdim ve so­nunda dalgalar ve şekiller öyle büyülerdi ki, hissedilemezin içinde silinir, yok olurlardı. O zaman dileğime kavuşurdum.
Sayfa 37 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okuyor
Kalktım ki akılalmaz bir kış sonu, kuru fasulyeler, soğanlar, sarmısaklar filiz veriyor, patatesler bile.
"İnsan sevdiğini unutmaz ki. Ben mesela seni asla unutmam."
Reklam
öyle bir gün geçti ki hiç unutmam artık
Sayfa 480Kitabı okudu
Kendimi bütün ruhumla unutmanın uykusuna bırakmak istiyordum. Unutmam mümkün olsaydı, unutmak sürekli olsaydı, gözlerim kapansaydı da azar azar uykunun ötesine, mutlak hiçliğe gömülebilseydim, varlığımı artık hissedemez olacağım noktaya varsaydım, bir mürekkep damlasında, bir musiki ahenginde ya da renkli bir ışında erir giderdim ve sonunda dalgalar ve şekiller öyle büyürlerdi ki, hissedilemezin içinde silinir, yok olurlardı. O zaman dileğime kavuşurdum.
kalbimi delmisti su sahne hic unutmam
"Seni öldürmelerini izlemek istemiyorum... Nova." Fısıltısı öyle cılızdı ki Nova ikisinin seslerini buluşturan hoparlörde Adrian'ı işitiyordu. "Yaptıklarına rağmen... ben..."
Sayfa 196 - adrianKitabı okudu
Yağmurun Altında
Senin yüzündü terkedilmiş iskelede yağmurun altında, unutmadım Görüşe hasret bir yıldızın yüzü Senin ellerindi otobüs durağında yağmurun altında, unutmadım Suyun yarasını sarmaya hükümlü Senin gözlerindi gidilmez istasyonda yağmurun altında, unutmadım Yerin ve göğün ve suyun yüzüne, ki hep senin baktığın gibi bakmıştım — Niye, niçin, ne zaman mı bakmıştım? Unutmam unutmam bir daha hiç unutmadım
İnsan sevdiğini unutmaz ki. Ben mesela seni asla unutmam.
Sayfa 242Kitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.