Şu anda saksafonun şarkısı duyuluyor. Utanıyorum.
Küçücük, parlak bir acı doğdu; bir örnek acı. Saksafonun dört notası. Gidip geliyorlar; "Bizim gibi yapmak, ölçüyle acı çekmek gerekir." Diyorlar sanki. Evet, doğru! Ben de bu biçimde acı çekmek isterim tabii. Ölçüyle, hoşgörürlüğe kapılmadan, kendime acımadan, kupkuru bir katışısızlıkla acı çekmek. Ama bardağımın dibinde biram ılıksa, aynasa koyu renkli lekeler varsa, fazlalıksam; en içten ve katışıksız acım, ayıbalığı gibi, hem bir yığın et hem gepgeniş bir deriyle ve insanın içine dokunan ıslak, ama kötülük dolu gözlerle sürüklenip hantallaşıyorsa bu benim kabahatim mi? Hayır, plağın üzerinde çepçevre dönen ve gözlerimi kamaştıran bu ufak elmas acının, dindirici olduğu söylenemez kuşkusuz. Alaycı bile değil; kıvançla dönüyor, kendinden başkasıyla ilgilenmeyerek, bir orak gibi dünyanın tatsız yakınlığını kesip attı, dönüyor şimdi ve hepimiz; Madeleine'i, şişman adamı, patron kadını, beni ve masaları, banketleri, lekeli aynayı, bardakları, birlikte bulunduğumuz için kendimizi varoluşa bırakmış olan hepimizi, düzensizliğimiz içinde, günlük aldırmazlığımız içinde yakaladı. Kendi hesabıma ve onun önünde varolanlar hesabına utanıyorum.