Bu bir KARAKOÇ’lar okuma etkinliğidir.
İnsan olarak elimizdekilerin kıymetini bilmediğimiz yetmedi mi? Daha ne kadar umarsız olacağız kayıp giden yıldızlara? Bakın bir yıldız daha göçüp gitti. Biz ona
Bahaettin Karakoç
Bahaettin Karakoç
diyorduk o ise bize
Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman
Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman
... Belki bilmeyeniniz yoktur bu şiiri, hazır ustayı
Mualla
Mualla... Adına sonsuz notalar biriktireceğim türkü gibi kadın... Yokluğunun gölgelendiği şu ince yol kenarı pek ala bilir bizi. Bilmem adına yaraşan şu endam hangi çiçeğin gizi. Mualla... Uyurgezer değilim düşleruyurum sadece. Saçların misk ü amber kokusunu üfler ciğerlerime. Gözlerinse... Ah o gözler Mualla dilimi damağımı kurutur. Uzaklara
Reklam
Mualla... Adına sonsuz notolar biriktireceğim türkü gibi kadın... Yokluğunun gölgelendiği şu ince yol kenarı pek ala bilir bizi. Bilmem adına yaraşan şu endam hangi çiçeğin gizi. Mualla... Uyurgezer değilim düşleruyurum sadece. Saçların misk ü amber kokusunu üfler ciğerlerime. Gözlerinse... Ah o gözler Mualla dilimi damağımı kurutur. Uzaklara dalışın hele arkada çalan inceden bir türkü. Sen,türkü gibi kadın ben ise ezgi bilmem Mualla... Tarifin de eşin de benzerin de yok Mualla. Dünya dünya olalı böylesi bir afet-i can görmedi Mualla yıldız bakamaz gül cemaline güneş imrenir ışıyan yanaklarına... Ah Mualla sen,sen bir mücevher kutusu ben ise oyma bilmem Mualla...
Gelelim sana, hiç bu kadar susmak istememiştim... Bizim mevzular belliydi de, kafamız karışıktı işte biraz. “Kendi düşmanına kıyamadığında, dostuna hainlik üzerine konuşmaktan da caymalı insan.” demişti Sara hatun. Yani insan ki; omuz omuza yürür, uzun uzadıya böyle yollarda yan yana akar, süzülür ve gider ya hani. Demem o ki, oğlum Mehmet, “Aynı
Kendi kendimelerim-2
Bu sabah bir türkü işe giderken beni çok uzaklara götürdü. Çocukluğumun çorak topraklarına, dağlar arasında kalmış, taş taş üstüne eklenip ev şekli verilmiş memleketime götürdü. Her taşında binlerce alın teri olan memleketime. Adıyaman’a. Çocukluğumun bir kısmı Adıyaman-İstanbul seferleri arasında geçmişti. Çocuk iken kulaktan dolma anladığım Zaza’cayı, dokuz yaşımda dedemlerin İstanbul’a yerleşmesi ile öğrendim. Çocuklukta öğrenilen dil kaybolmuyor işte. Bir kelime duyarsın yahut ordan gelen bir türkü, tüylerini ürpertir. Dediğim kolay bir şey değil. Bir çok dilin asimiliğine uğrayan ben, onca farsçadan, rusçadan, ingilizceden, ispanyolcadan sonra bir sabah arabada gider iken kolonlara yansıyan bu türküden sonra göz yaşlarımı tutamadım. Beni çorak topraklarında koşuşturduğum çocukluğuma götürdü. Güneşe tuttuğum misketin içinden geçen ışınları tek gözümü kapatıp izlediğim yaşlarıma. Üç numara traşlı çocukluğuma. Yırtık lastik ayakkabıları ile çamur yağmur demeden koşuşturduğum topraklara götürdü. Türküler kimin ağzından çıkarsa çıksın bir yerlere götürür. İster Zazaca olsun, ister Türkçe, ister Kürtçe, istersen Farsçada olabilir… Bu zazaca türkü Erdoğan Emir’in sesi ile kendini doruğa çıkardı. Kelimeleri, sözleri ayrı bir güzel… youtu.be/Gh2z9XJS418 Çevirisi : lyricstranslate.com/tr/insane-kamil...
Biz ki çok uzaklardan gelip, Çok uzaklara savrulan sevda yelleriydik. Biz ki asi umutlar beslerdik yüreğimizde Hesapsızdı yüreğim ve pazarlıksız ve de katıksız. Şimdi başımı taştan taşa Yüreğimi soysuz sevdalara çaldırıyorum. Yoruldum ve yanıldım. Ama inan ki Türkü Gözlüm Bu azaran yaraya zamansız yakalandım...
Reklam
167 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.