Vazgeçemediğim kitabında
yolculuk adlı şiirini;
Ne var ki yolculukta,
Her sefer ağlatır beni,
Ben ki yalnızım bu dünyada?
Bir sabah kızıllığında
Yola çıkarım Uzunköprü'den;
Yaylının atları şıngır mıngır;
Arabacım on dört yaşında,
Dizi dizime değer bir tazenin,
Çarşaflı, ama hafifmeşrep;
Gönlüm şen olmalı dğeil
"Bugün dünya kendini salak salak yapma günü galiba, ne saçma salak konuşuyorsunuz kızım?" diye azarladı Göktuğ. "Ben diyorum iyi olalım, hoş olalım, hanedan olalım... Siz diyorsunuz yok kınlınım, yok küserim, yok iyi arkadaş değilim bilmem ne.... Valla tepemin tasını attıracaksınız, ondan sonra ikinizi de rendeleyeceğim, o olacak!"
"Bize kaşar mı dedin?" diye sordu Damla tek kaşını kaldırarak.
"Dua et, Azra demedim!" dedi ters bir şekilde.
İnsanlığın şimdiye kadar ciddiye aldığı şeyler gerçek bile değildir, kuruntudan ibarettir; daha kesin konuşmak gerekirse " tanrı, ruh, erdem, günah, öte dünya, hakikat, ebedi hayat" gibi kavramlar, en derin anlamıyla yıkıcı doğaların yalanlarından doğan hasta içgüdülerin yalanlarıdır...
Küçük şeyleri, yani yaşamın temel meselelerini hor görmeyi öğretmekle, en zararlı insanları büyük insan saymakla siyasetin, toplum düzeninin, eğitimin tüm sorunlarını baştan aşağı çarpıttılar.
Bana göre onlar, insanlığın döküntüleri, hastalığın ve kindar içgüdülerin ürünleridir: Hayattan intikam alan uğursuz, özünde tedavi edilemez canavarlardan başka bir şey değillerdir onlar...