Eşrefin, hürriyet ve adalet aşkile yanan kalbi lavlar, ateşler saçan yanardağlara benzerdi. Kızıl sultanın istib­dat ricâline karşı sönmez bir gayz ve infial ile haykıran ve onları ucu zehirli hançerleriyle, zehirleyen, delik deşik eden bu nev'i şahsına mahsus pervasız şair şüphe­siz büyük bir vatanperverdi. İstibdadın saltanat zulmü­nün fenâ neticelerini, öldürücü âkibetlerini gördükçe ba­şı dönerdi. İçi burkulurdu. Yaralı aslanlar gibi inlerdi. Menfalara gidenler, Yemen çöllerinde sıcaklardan, Bal­kanlarda soğuklardan ölenler, sefalet içinde mahvü ha­rap olanlar ona, isyan için mevzu olurdu. Şöyle kıt'alar söylerdi: Padişahım bir dırahta döndü kim gûya vatan Daima bir baltadan bir şahı hali kalmıyor, Gam değil amma bu mülkün böyle elden çıkması. Git, gide zulmetmeğe elde ahali kalmıyor.
Atsız Mecmua'daki dört hikâyeden üçü savaş ve şehitlerle ilgilidir. 1920'li yıllarda savaş, Türk edip ve şairlerinin ana temalarından biridir. Trablusgarp ve Balkan savaşlarından sonra dört yıl süren Birinci Dünya Savaşı. Ardından son vatan parçasını vermemek için son güçleriyle bu topraklara tutunan Türk milletinin mucizevi direnişi ve büyük zafer. On yıl boyunca devam eden bu savaşlar yüz binlerce Türk'ün canına mal olmuştur. Gidenler dönmemiş, analar babalar evlatsız, eşler kocasız, çocuklar yetim kalmıştır. Neredeyse her ailede şehitler vardır. Acımasız savaş şartları, düşmanın zulmü ve şehitler... O yılların bütün yazar ve şairleri bundan etkilenmiştir. Çocukluğundan beri milli duygularla beslenen, çok genç yaşta, Ziya Gökalp gibi, Ömer Seyfettin gibi düşünür ve edebiyatçıların yazılarını, şiirlerini, hikâyelerini okuyan Atsız da elbette bu savaşların acılarından etkilenecekti.
Reklam
BU MİLLET NEDEN AĞLAR ÖNSÖZ Ben şair değilim. Fakat şiirin ne demek olduğunu bilenlerdenim... Çocukluğumdan beri şiire karşı içimde sonsuz bir alâka var!.. İlk ve orta mektep sıralarında okurken, kıraat ve Türkçe kitaplarındaki manzumelerin, şiirlerin hemen hepsini farkında olmadan ezberlemişim! Hafızamın zayıflığına, çok dalgın
Şimdi buna, diyelim ki doğru, bu yüzde otuzun çoğunluğu şehirlerdedir. Köye düşse düşse yüzde onu düşer. Yani yüzde seksenin yüzde yetmişi şu atom, şu jet devrinde körkütük cahil, dünyadan habersiz. Bu adamlar ormanlarımızı yakıp, ocağımızı söndürüyorlar diyoruz. Bunlar bu gidişle adam olmazlar, diyoruz. Haklarında, onların hiçbir şeyden haberi
ALMANYA ACI VATAN VECDİ İSE JALAPENO
"Yirmi Bir Günde İnsan Hayatının İçine Sıçma” akımının öncülerinden Vecdi Kartal, hiç gelmeseymiş daha iyiymiş diyeceğimiz o üç haftalık iznin sonunda Refiye Teyzemi almış gitmiş; iki evladına annesiz bir çocukluk yaşatmış. Teyzem hep "Ben o Almanya'da ölmedim ya, daha da ölmem" der. Gidince çalışmayı bırakmış bu Vecdi, teyzemi fabrikada çalıştırmış, izin günlerinde oturdukları apartmanın temizliğini yaptırmış, geceleri Türklerin çalıştırdığı restoranlarda bulaşık yıkatmış. “Yasaktı Almanya'da böyle şeyler, ama yasak masak dinlemezdi bu Vecdi; Almanya'yı bile karıştırdı" diye anlatır o günleri teyzem. Dil bilmediği için hiç kimseye derdini anlatamadığına mı yansın, it gibi çalıştığına mı, memleketini özlediğine mi, evlatlarının hasretiyle yandığına mı? Hayatının en çaresiz, en yalnız, en yorgun beş yılını geçirmiş ve bir gün canına tak edip atmış fabrikadaki makinelerden birinin altına kendini. Nasıl bezdiyse hayattan artık, gözü bir şey görmüyormuş. Ana babası var ama arayamıyor. Evladı var ama göremiyor, bakamıyor. Hayvan gibi her işe koşuyor Vecdi, teyzemi ama cebinde bir kuruş parası yok. En son... Durun, bu kısmı Refiye Teyzemden dinleyelim:
Vatan zor günlere hazırlanıyordu. Balkanlar'da yenilmiştik. Cennetasa, bu vatan bizim olduğuna göre üstümüze düşen vazifeyi yerine getirmeliydik, bu vazife ölüm bile olsa... Zaten ölümü göze aldınız mı neden korkarsınız ki? Kaybedilen her karış toprak, gönlümüzde derin yaralar açıyordu. Düşman çizmesinin bastığı bir karış yer için bin kere ölmeyi tercih ederdik. Bütün bu düşünceler bizi hırslandırıyordu. Düşman ile karşı karşıya gelmeyi can-ı gönülden istiyorduk. Bazı yerlerin kaybedildiği haberini aldıkça Harbiye'nin sıralarına matem havasının o kurşun ağırlığı yayılırdı... "Vatan!" diyor, başka bir şey demiyorduk... "Vatan, vatan!" Hepimizde tek bir aşk, tek bir yürek vardı vatan için çarpan. Velhasıl her şey vatan içindi. Ama her şey...
Reklam
Cemil, soluklarını tutarak doktorun “Bizi adamdan saymayın” sözüne karşı ötekilerden bir tepki bekledi. Hiç biri, hiç bir şey söylemedi. Hepsi de, can çekişen bir hastanın yanından çıkar gibi, başları önlerinde, ayaklarının ucuna basarak merdivene doğru yürüdüler. Vatan millet anlayışı bir bakıma doğdukları yerle sınırlı olduğundan, bu insanlar için “Biz düşmana karşı çıkamayız” diyebilmek, gerçekten korkunçtu. Gidenler, handan bozma otelin sofasında, karmakarışık iskemle kalabalığının elle tutulur hale getirdiği iki ayrı boşluk bırakmışlardı. Nizamettin Hoca takımının bıraktığı boşluk üstesinden gelinir soydandı. Ötekiler güçsüzlükleriyle utançlarını da bırakmışlardı ki, Cemil’in savaşçı erkekliğine dokunan da buydu.
Sayfa 322 - Bilgi Yayınevi, İkinci Bölüm, Karanlığın Dibinde, IIKitabı okudu
Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra
Eşikte durup yalandan birkaç kez öksüren gece... Ayağı takılan, her şeyin üzerine dökülen gece... Rüyalar gerçeği kovalarken geri dönemeyecekleri kadar uzağa gidiyorlar. Kokoreç ve midye tezgahlarının önünde sarhoşlar birikmeye başlıyor. Çöp kamyonlarının kokusu, gürültüsü sokakları dolduruyor. Güneybatı ufkunun he­men üzerinde Jüpiter birilerini
.... bir gazeteci düşünürü vurdurmuşlardı vatanlarını çok sevdiklerini zanneden bahtsızlar... Evet, bahtsızlar çünkü insan kıymetini bilmeyen vatan kıymetini hiç bilmez... ve genç bir çocuktan bir katil yaratmışlardı. hem insan hem de vatan sevgisi bilen on binlerce kişi tek yürek olmuş cenazenin arkasında yürürken, öldürülen HIRANT DİNK in acılı karısı söylemişti bu cümleyi. .... cenazenin peşinden gidenler kardeşlik ve barış için yürüyorlardı.
Sayfa 100
33 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.