“Ve sık sık küçük masamdan başımı kaldırıp fillere baktıkça, başka tanrılar ve putlar tanımamasının Hıristiyanlığın başlıca üstün yanını oluşturduğunu çocukken bana niçin anlattıklarını hep merak ettiğimi anımsadım. Oysa yaşım ilerledikçe ve zekâ düzeyim arttıkça, üstünlük diye gösterilen şeyin, Hıristiyanlığın o muhteşem Katolik Meryem Anası dışında başka Tanrı ve put tanımayışının, bu dinin özellikle olumsuz yanı sayılacağını kavramıştım. Örneğin, havariler biraz can sıkıcı ve korkutucu vaizler olacaklarına her türlü görkemli güçler ve doğa simgeleriyle donatılmış tanrılar olsalardı, neler vermezdim bunun için. Evangelistlerin hayvanları ise söz konusu eksikliği güçsüz ama yine de sevimli bir şekilde gidermeye çalışıyordu.”
Sen senin efendin olan Tanrıya sevgi duyacaksın ve yalnız ona kulluk edeceksin; ve sonra sen, Tanrıyı bu şekilde sevecek olanın sen olduğunu hissedebilirsin, tüm dünyada bir sen, o muhteşem sessizlikte bir başına olan sen, öyle bir başına ki, her bir şüp­he, ve her bir itiraz, ve her bir mazeret, ve her bir kaçamak, ve her bir soru , kısacası her bir ses, senin kendi iç varlığında sükuta erer, her bir ses, yani, senin etrafındaki ve içindeki, Tanrınınkinden gayrı, her bir ses, sana bu sükut yoluyla söz söyler. Eğer senin etrafında ve içinde böyle sessizlik hiç olma­saydı, o vakit sen itaati öğrenmemiş ve asla da öğrenemeye­cek olurdun. Ama eğer sen bu sükutu öğrenmiş isen, o vakit itaati öğrenmen de elbet mümkün olacaktır.
Sayfa 33 - Pinhan Yay. Birinci Basım: Mart 2020
Reklam
Süleyman selimdi, Süleyman selametliydi, Süleyman Müslüman’dı. Süleyman barış yanlısı adil ve uysal bir kraldı. Kraliçe mektubu yeniden dikkatle inceledi. “Bu bir hitabül kerimdir.” dedi içinden. “Kerim bir hitap, muhteşem bir söz… Başka sözlere benzemiyor. Bu bir davet mektubu ancak sanki içinde âlemin sırrı saklı…”
Çocuk sorduğu sorular ve gözlemleriyle içinde bulunduğu dünyayı ve kendini anlamaya çalışmaktadır. Bu, doğanın insanoğluna verdiği özel ve muhteşem bir potansiyeldir: anlayabilme, öğrenebilme, düşünebilme yeteneği . Gerçeğin inkar edildiği, kişisel bütünlüğün olmadığı bir yetişme ortamında çocuk bu muhteşem yeteneğini ömrü boyu kaybedebilir: Düşünmenin, anlamanın,algılamanın hiçbir anlamı yok, hiçbir değeri yok, sonucuna olaşabilir. Ortamda gerçeğe, düşünceye algılamaya değer verebilmesi için insanın kişisel bütünlük içinde olması gerekir. Bu sadece ailede söz konusu değil herhalde. Sınıfta öğretmenlerinde dikkat etmesi gereken bir konu. Evet, özellikle kendilerini öğretmenliğe adamış öğretmenlerin ilk dikkat etmesi gereken konu bence bu. Algılanan gerçeklere mutlak saygı duyarak, onların konuşulmasına olanak sağlamak. Çocuk her konuda soru sorabileceğini ve istediği kadar sorabileceğini bilmeli. Bütün soruların cevabını yetişkin bilmeyebilir; yetişkin soruların cevabını bilmek zorunda değildir. Ama çocuğun sorusunu duymak, işitmek ve çocuğun ne dediğini anlamak zorundadır. Bir öğretmen bunu yapabilecek bilinci geliştirmiş olmalıdır.
Bunlar ne muhteşem satırlar...
NE YAPMALI Ne yapmalı? Bugüne kadar sürdürdüğüm gibi, çevremdeki kişilerin davranış ve tutumlarını bilinçsiz bir aldırmazlıkla benimseyerek bu renksiz, kokusuz varlıkla yetinmeli mi; yoksa, başkalarından farklı olan, başkalarının istediğinden çok farklı, köklü bir eylem isteyen gerçek bir insan gibi bu miskin varlığı kökten değiştirmeli mi? En basit sorunların çözümünde bile bocalayan bu sözde devrimci gölgeyi, hiç düzeltmeden, biraz olsun çekidüzen vermeden, amaç edindiğimiz ülküleri gerçekleştirmek için hemen kavganın ortasına atıverelim mi? Kendini yönetmeyi beceremeyen kişileri, toplumları yönetmek, onlara yeni yollar göstermek için hemen başa geçirelim mi? Yoksa, toplu eylemlerde kütlelerin başına belâ olan zayıf kişilikleri önce sert ve sıkı bir sınavdan mı geçirelim? Ben kendimi yeterli görmüyorum. Ne için yeterli? Her şey için. Topluluğun eylemine engel olabilecek sorunlarımı çözmeden, onu güdebilecek sorunlarımı çözmeden, onu güdebilecek güçte olmadığımı seziyorum. Başkalarına söyleyecek bir sözüm olabilmesi için önce kendime söz geçirmem gerektiğine inanıyorum. Bana bugün, ne yapmalı? diye soracak olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin, diyebilirim. Bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir: Kendini çözemeyen kişi, kendi dışında hiç bir sorunu çözemez.
Osman hamdi müze komisyonu üyesi olduğundan beri ülkesinin arkeolojik geçmişine karşı daha fazla ilgi duyuyordu. Önceki yıllarda yapılan hataları hatırladıkça üzülmemek elde değildi. Bir de halihazırda Osmanlı topraklarında kazı yapan batılılar vardı sıkıntısına TuzBiber eken. Kızlar son dönemde bilimsel araştırma olmaktan tamamen çıkmış, tek kelimeyle birer yağmaya dönüşmüştü. Üstelik batılılar kendilerini başkasına ait olan malı çalan bir hırsız olarak görmüyorlardı. Onlara göre söz konusu olan eserler nerede bulunursa bulunsun batının olmalıydı. Osmanlı makamları birkaç sene öncesine kadar arkeolojik kalıntılarla hiç mi hiç ilgilenmemişti . Toprağın altındaki tarihi eserler değersiz Taşlar olarak kabul edilmişti bu Boşvermişlik nelere mal olmamıştı ki? 1870 li yılların başında Bergama çevresinde yol çalışmaları yapmakla görevli Humann adındaki bir alman mühendis, kısa zamanda bölgedeki tarihi zenginliği fark etmiş ve hemen Pergamon Antik Kentini kazaya başlamıştı. Uman çok geçmeden zeussuna olarak bilinen muhteşem yapıyı bulmayı başardı. Tapınağın sütunları ve prizleri bir bir gün gün ışığına çıkmıştı. Humann buluntular ülkesine götürebilmek için hemen harekete geçti. Çok geçmeden zeus sunağı limanda bekleyen alman gemilerine konarak Bergama‘yı terk etti. Birkaç gün sonra parçalar Berlin Müzesi’nde tekrar birleştirildi. Böylece Osmanlı Toprakları en görkemli hazinesini getirmiş oldu.
Reklam
849 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.