Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Yunus'un, Vilâyetnâme'de Hacı Bektaş-ı Velî'nin huzuruna gidişi anlatılırken şöyle deniliyor: "Hacı Bektaşi Veli, Horasan diyârından Rûm'a gelip yerleştikten sonra veliliği ve kerâmetleri etrâfa yayıldı. Her taraftan mürid ve muhibler gelmeye, büyük meclisler kurulmaya başlandı. Fakir halli kimseler gelir, nasib alır
Edep ve Adalet
Bir gün medresedeki büyük talebeler, kendilerinden küçük talebelerin gereği gibi hizmet etmediklerinden, tam saygı göstermediklerinden şikâyetçi oldular. Seyda'mızın en önemli yardımcıları olan bu büyük talebeler meseleyi Seyda'mıza açtılar. Maksatları, Molla Abdulhalim'in, küçüklere kızmasını ve büyüklere hizmette kusur
Sayfa 60 - Mevsimler KitapKitabı okuyor
Reklam
Yoksa bu labirentte kalan bir tek ben miyim?
"Benim burada ne işim var?" diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Bir labirentin içindeymişsiniz ve kaybolduğunuzdan eminmişsiniz de, her bir dönemeci kendiniz yarattığınız için bu tamamıyla sizin suçunuzmuş gibi hissettiğiniz? Üstelik dışarı çıkmanızı sağlayacak birçok yol olduğunu da biliyorsunuz çünkü labirentten çıkmayı başarmış, dışarıda gülüşüp oynayan insanların seslerini duyuyorsunuz. Çalı çitlerin arasından arada bir görüyorsunuz onları.Yaprakların arasından gelip geçen şekiller halinde. Öyle mutlu görünüyorlar ki onlara değil, bu işi onlar gibi yapamadığınız için kendinize kızgınsınız. Oldu mu hiç? Yoksa bu labirentte kalan bir tek ben miyim?
Sayfa 59 - Domingo YayınlarıKitabı okuyor
... Bilir misin ki bu alaylar benim çok işime yaradı ve beni mizah yazarı yaptı. Benim gülmece yazarı olmamın başlıca nedeni, on bir yaşındayken sınıf arkadaşlarımın benimle "Kart" diye alay etmeleridir... Tıpkı hayvansı bir savunma gibi, kendimi savunmanın yıllarını buldum. Bu da şuydu: 1- Benimle alay edenlere aldırmaz görünmek değil, gerçekten aldırmayacaktım. 2- Bundan da önemlisi, ben herkesle alay edecektim. Öyle de yaptım. Hepsiyle, bütün arkadaşlarımla alay ettim. hepsine lakaplar taktım. Zeki çocuk olduğum için de zehir gibi alay ediyor, onları alaylarımla korkutuyordum. Artık hiçbiri benimle alaya yüreklenemedi. İşte çocukluğumda kendimi korumak için başladığım ve sürdürdüğüm bu alaycılığım gittikçe gelişerek, bana yaşamımı kazandıran, geçimimi sağlayan, bugün sizleri de Avrupa okullarında yarayan bir iş, bir uğraş oldu; tanınmış bir gülmece yazarı oldum böylece.
Sayfa 164
"Xezebo... Xezebo... Ma vesnayme çêvesayî... Söyle Beyaz Dağ, gözlerin bunca yası neden kuşanmış? Neden böyle içli, hüzünlü kirpik uçların? Neden damla damla akıyorsun yamaçlarına? Hangi karanlık eller kıydı yıldızlarına? Kimler kanattı kır çiçeklerini? Sanki ağlarken dahi güzeldin, ne oldu sana böyle? Nergisleri doğururken ne de mutluydun. Sana sığınanlara kol kanat olamamanın yası mıdır suskunluğun? Ey masum sevdaların yuvası, ey eşsiz acıların tanığı, ne olur boynunu böyle büküp bakma bana. Ciğerimi parçalama, ne olur hıçkırıklarını gizleme benden. Kaç bebeğin taze kanıyla sulandı berfinlerin. Şimdi bu tarifsiz yaralarını kim saracak? Söyle Beyaz Dağ, kim acına ortak olacak? Kim gözyaşlarını silecek, kim? Ey Beyaz Dağ! Bak şu çıldırmış rüzgârla esen kan, et ve kemik kokusuna. Şu delirmiş kara kara akan bulutlara ve dilsiz uçurumlara. Öyle sessiz sessiz ağlama benim gibi, ses ver bana, el ver acılarıma..." Daha fazla sürdüremedi ağıdı, yalnızca "Xezebo... Xezebo" diye diye boğazı kurudu, tıkanıp kaldı, durdu...
“Benim burada ne işim var?” Diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Bir labirentin içindeymişsiniz ve kaybolduğunuzdan eminmişsiniz de, her bir dönemeci kendiniz yarattığınız için bu tamamıyla sizin suçunuzmuş gibi hissettiğiniz? Üstelik dışarı çıkmanızı sağlayacak birçok yol olduğunu da biliyorsunuz çünkü labirentten çıkmayı başarmış, dışarıda gülüşüp oynayan insanların seslerini duyuyorsunuz. Çalı çitlerinin arasından arada bir görüyorsunuz onları. Yaprakların arasından gelip geçen şekiller halinde. Öyle mutlu görünüyorlar ki onlara değil, bu işi onlar gibi yapamadığınız için kendinize kızgınsınız. Oldu mu hiç? Yoksa bu labirentte kalan bir tek ben miyim??
Sayfa 59 - DomingoKitabı okuyor
Reklam
"Benim burada ne işim var?" diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Bir labirentin içindeymişsiniz ve kaybolduğunuzdan eminmişsiniz de, her bir dönemeci kendiniz yarattığınız için bu tamamıyla sizin suçunuzmuş gibi hissettiğiniz? Üstelik dışarı çıkmanızı sağlayacak birçok yol olduğunu da biliyorsunuz çünkü labirentten çıkmayı başarmış, dışarıda gülüşüp oynayan insanların seslerini duyuyorsunuz. Çalı çitlerin arasından gelip geçen şekiller halinde. Öyle mutlu görünüyorlar ki onlara değil, bu işi onlar gibi yapamadığınız için kendinize kızgınsınız. Oldu mu hiç? Yoksa bu labirentte kalan bir tek ben miyim? Not: Kedim öldü de.
Sayfa 59
Güneşten ağır ağır gölgeye geçilir gibi, pek de anlamadan akşam olur gibi, ışıklı, neşeli bir yüzden kederlere geçti Aziz Bey. Kederli bir mazisi oldu. Burnu havada, başı dikti hep. Başka türlü yaşamayı beceremediyse de, o gece Haliç’in kirli sularına bakarken anladı ki aslında hep öyle sanmış. Oysa şiddetle yanılmış. Ve yine anladı ki hayatı zaten tümüyle bir yanılgıymış.
Sayfa 12 - Can Yayınları, 22.BaskıKitabı okudu
Şeyh Abdülkadir Geylânînin şeytana galip gelmesi;
Şeyh Abdülkadir Geylânî şöyle demektedir: "Bir keresinde ibâdet ediyordum. Üzerinde nur bulunan büyük bir arş gördüm. Bu nur bana seslendi: "Ey Abdülkadir! Ben senin Rabbinim, başkalarına haram kıldıklarımı sana helâl ettim." Cevap verdim: - Sen, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'sın öyle mi? Defol buradan ey Allah'ın düşmanı! Bunun üzerine bu nur darmadağın oldu ve kopkoyu bir zulmete dönüştü. Arkasından da şöyle seslendi: - Ey Abdülkadir, benden dinindeki fıkhın (kavrayışın), ilmin ve ulaştığın mertebeler sayesinde kurtuldun. İnan ki, ben aynı şeyle yetmiş kişiyi saptırdım. Abdülkadir Geylânî'ye soruldu: - Onun şeytan olduğunu nasıl bildin? Cevap verdi: - Bana "Başkalarına haram kıldığımı sana helâl ettim" demesinden... Çünkü biliyordum ki, Hz. Muhammed (s.a.v)'in şeriatı nesholunmaz ve değişmez. Bir de onun "Ben senin Rabbinim" deyip de "Ben, zâtımdan başka ilâh olmayan Allah'ım" diyememesinden..."
.."Senin avradını şöyle şöyle yaparım", dedi. Kadının kocası da, "Ben de senin avradını..." diyerek adamın yakasına yapıştı. Burada noldu biliyor musunuz, kadın araya girdi, kocasına. "Sen deli misin, bana ne yapabilir o?" diye bağırdı. Ama kadının kocası, öyle bir bağırış bağırdı ki, "O sana birşey yapamaz, ama, ben onun karısını şaparım dedi. Kadının kendi namusu ortaya atıldığı halde kocasını kurtarmak için hiç kızmamış göründü. Ayrıca, kendi kocası başka kadınla ilgi kuracağı için de hiç kıskanmadı. Ve böylece kadın, bir durak insanın önünde aşağılanmış oldu. Ama öteki kadınlar kadına, "Bravo, bir cinayeti önledin" dediler. Oysa ki oradaki kadınlar da aşağılanmışlardı, bunun farkında değildiler.
Reklam
kadınlar,kuruntular ve muhtemel ilişkilerin hazin sonu….
Delikanlı birdenbire bir şey anlamamıştı: - Şimdi böyle mi oldu? dedi. - Onu size sormalı. .. Nasıl olduğunu elbette siz benden daha iyi bilirsiniz. - Lakin söylediklerinizden bir şey anlayamıyorum. - Tabii anlamazsınız, anlamak istemezsiniz ... Çünkü bu işinize gelmez. - Lakin rica ederim, bana bunu izah ediniz. Emin olu­nuz ki ne demek
Anlayabildiniz mi?
Ufak tefek görünüşüme aldanan bir kadın, beni annesinin keyfi bitsin diye beklerken uyumak üzere olan bir çocuk sanarak, yuvasına inen bir kuş hareketi ile yanıma geldi. Bir kadın kokusuyla doldum bir anda, öyle bir koku ki, daha sonra doğu şiiri ruhumda ışıl ışıl nasıl yandıysa o da öyle yandı. Gelene baktım ve gözlerim şenlikten duymadığım bir derecede kendisine bakmaktan kamaştı. O benim bütün şenliğim oldu. Bundan önceki hayatımı anladınızsa, yüreğinden hemen fışkıran duyguları da anlamışsınızdır.
Gerçi insan da dünya istenildiği gibi bir yer olmadığı için yaşayabiliyor, kendine böylece fazla kusur yüklemeden yaşayabiliyor. Daha kötüsü olsa insan kendini mi sever? İnsan zaten kendini sever. Kim onu bu sevgiden vazgeçirmeye çalıştıysa sevilmeyen o oldu, insan kendini sever ve bunu sabitler. Her günü yeniden inşa etmese de inşaatı denetler.
Sayfa 198Kitabı okudu
Hz. Enes'ten rivâyet ediliyor: Amcası Nâdr'ın oğlu Enes (R. Anhûm), Resûlüllah ile beraber Bedir savaşına katılma- mıştı. Bu durum ona gayet ağır gelmiş ve demişti ki; "Resû- lüllahın ilk savaşında hâzır bulunmadım. Dikkat edilsin! Al- lah'a yemîn ederim. Eğer Cenâb-ı Hak, Resûlüllah ile beraber bir savaşı bana nasib ederse ne yapacağımı görecektir!" Enes der ki: "İkinci sene, amcam, Nâdr'ın oğlu Enes (r.a.), Uhud muharebesine katıldı. Uhud'a giderken Muaz'ın oğlu Sad (r.a.) ile karşılaştı. Sad ondan sordu: - Ey Eba Amr! Nereye gidiyorsun? O, Sad'a cevab olarak: Cennet kokusuna hasret olası! Ben cennet kokusunu Uhud'un eteğinde hissediyorum! Böylece Enes öldürülünceye kadar harbetti. Onun mü bårek cesedinde seksen küsur yara sayıldı. O yaraların ki- misi ok yarasıydı, kimisi kılıç, kimisi de mızrak... Bunun üzerine, onun kızkardeşi, Nadr'ın kızı Rabia (r.a.) dedi ki: - Kardeşimi ancak elbisesinden tanıdım!" Ve bunun üzerine, Cenâb-ı Hakkın şu âyeti nazil oldu "Mü'minlerden öyle erkekler vardır ki, Allah'a verdik leri sözde sadakat ettiler!" (Ahzab: 23)
Türk Efsaneleri
Türk Efsaneleri Kim demiş Türkler denizci bir ulus değil diye! İnsanlığın ikinci atası Nuh Türk olup insanlığı gemisi ile Anadolu'da kurtardı. Son Türk efsanesini canlı ölüler ibreti ile mahşer tufanı efsanesi olarak yaşıyoruz. Yaşananlar yaşandı, yaşanacaklar yaşanacak. Yaşadıklarınıza bir anlam veremiyorsanız, ilmi bir mana ile
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.