O meşhur Viyana’nın eski evlerinin çoğunda tuvalet yoktur. Tuvalet apartman katındaki koridorlardadır. Bazen tek ev bazen de iki ev o tuvaleti ortak kullanır. Mesela iki evin de ayrı ayrı tuvalet anahtarları vardır. Tuvalet ihtiyaçlarını koridordaki tuvalette giderirler. Viyana’da yaşamış olanlar bunu bilirler ancak bu durum Türkiye’de
Aynı müdavimlerin tekerrür eden tuhaflıklarının yaşandığı bir gün daha sona ermiş ve akşam olmuştu. Gerhard ve ben akşam saat 8 gibi kafeden ayrılıp, evin yolunu tuttuk. Gerhard, 16. Viyana’da bahçeli bir apartmanda oturuyordu. Eve vardığımızda, ben çaktırmadan bahçeye ve apartmanın etrafına bakmıştım. Biraz gergindim. Postmodern bir jübile için
Reklam
Anlatıbilim Açısından Tarihyazımı
Tarihyazımına anlatıbilim açısından bakıldığında, belki de en önemli konu, “Tarih tekerrürden ibarettir” sözü. Tarih ve yinelenme ilişkisine iki temel bakış var: “Tarih tekerrürden ibarettir” ve “tarihte tekerrür yoktur”. Bir kere, kaynak sözün, ‘tekerrür’ gibi bugün bu söz dışında neredeyse hiç kullanılmayan bir sözcük içermesi, onun eski bir
Yabancı bir memleket aynı zamanda ölüler dünyasıdır. Böyle bir memlekete diriler göç ettiklerinde, ölülerin gölgesine basmadan yürümeyi öğrenmelidirler. Ölü olarak yaşarken, gölgeme kimseleri bastırtmamayı sağlamak, diri olarak hayat sürerken de başkalarının gölgelerini sevip, saymak; koynumda bitlenen yılanların borcudur. Yabancı bir memlekette; ayakta gölgenizle beraber durabilmek, dönüşü olmayan yeraltı dünyasında boğulmamak ve "insan yutan" ırmakları deşebilmeniz için, size yardımcı olamayacak sandalcıların kızıl olmayan derilerini yüzerek geçmek zorundasınızdır. İlk işim olan ayakkabı boyacılığından sonra dünyalılaşan benim için, dünya artık yabancı bir memleketti. Bana yardımcı olamayacak çok sandalcı tanıdım. Çünkü bu, yabancı memleketlerin bir sırrı idi. Sandalcılar da, kızıla boyanmış sahte derilerini, derin olmayan sularda incitmeden yüzecek adamlar ararlardı. Viyana’da pozitivistlerin modası geçmiş, ancak elbiseleri kalmıştı. Bense kendimi onlara karşı negativist olarak adlandırmıştım. Pozitivizmin kalelerinde, kızıla boyanmış derilere sahip sandalcıların gölgelerini incitmeden bir negativist olarak yüzdüm. İnsan kulaç atarken gölgesi olmaz. Öyleyse yüzün!
Viyana’dan bir beklentisi yoktu. Duyduğunu sandığı gök gürültüsü, Avusturya’dan değil, güneydoğu Avrupa’dan, bir turlu istikrara kavuşamayan Balkanlar’dan geliyordu. Avrupa’nın bu huzursuz köşesinde her an her şey olabilirdi. Türkiye’de gelişen olayları özel bir ilgiyle izleyen Parvus, 1908 ’de büyük devrimci coşkuyla iktidara gelmiş olan Jön-Türk
Nereden tanıyordum Ali’yi? Salzburg’ta felsefe bölümünde lisans ve yüksek lisans öğrenimimi tamamladıktan sonra Viyana’da doktora yapmaya ve oraya yerleşmeye karar verdim. Viyana’ya yerleştikten sonra orada tahsil gören bazı insanlarla tanıştım. Bir müddet sonra bu insanlarla ahbap olduk ve bana da yakın oturdukları için bazen onlara muhabbet etmeye giderdim. İşte bu dostların oturduğu evin sahibiydi Ali ve kapıları yan yanaydı. Çok eski henüz restore edilmemiş bir binanın ikinci katında otururlardı. Ne zaman oraya gitsem yeni hikâyeler dinlerdim. Ali yine eve gelmiş ve karısını dövmüştü ya da Ali kiraya zam yapmıştı. Ali’nin karısı hiç evden çıkmazdı. Buna izin yoktu. Arkadaşlar aylık kirayı ödemek için kapıyı çaldıklarında dahi kapıyı açmaz ve “kirayı beyim eve gelince gelin verin” derdi. Kadın adeta bir hapis hayatı yaşıyordu. Kocası Salvador Ali devletin verdiği işsizlik parasını da kahvehanelerde yiyip bitiriyordu. Tek varlıkları bu virane evleri ve kiraya vermek için böldükleri, arkadaşların oturdukları diğer taraf idi.
16 öğeden 11 ile 16 arasındakiler gösteriliyor.