Yaralar vardır, hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar. Kimseye anlatılmaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar.
İnsan yaşar, yaşar. Günün birinde ufacık bir şey olur, bir de bakar ki o zamana kadar ömrünü eskitmekten, çiğneyip tükürmekten başka bir şey yapmamış. O adam için ondan sonrası yeni bir hayat değerindedir. Dakikaları yüzyıl olarak yaşar.
Sadeliğin üstünlüğünü, ayrıcalığını anlayabilmesi için otuz iki savaş çıkarması, ölümle bütün anlaşmalarını bozması, şöhret denilen pisliğe bir domuz gibi bulanması ve tam kırk yıl yitirmesi gerekmişti.
Sorarlarsa, “Ne iş yaptın bu dünyada?” diye, rahatça verebilirim yanıtını:
“Yalnız kaldım. Kalabildim! Altı milyarın arasına doğdum. Ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından...”
Cahilsin; okur, öğrenirsin. Gerisin; ilerlersin. Adam yok; yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok; kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur.