Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Ali telefonda. "Anne, birisi aradı. Beyoğlu'ndaki babamın adı verilen resim galerisinin önüne yaptığımız rölyefleri atmışlar, kıyamamış almış gitmiş, ilgilenmemizi istiyor." Nasıl yani? "Kemal Sunal Resim Galerisi…" Bakan, arkadaşları, sevenleri, ailesinin katılımıyla görkemli bir açılışla hizmete sunulmadı mı? Hepimiz toplanıp O'na olan saygımızı, sevgimizi ölümsüzleştirmek için orada hazır bulunmadık mı? O, sanatı ve yaşantısıyla örnek bir insan değil miydi? O'nun için ne yapsak azdı hani? Ya arayan yanlış anlattı, ya da Ali anlayamadı… Ali verilen numarayı aradı. Bina satılmış, tadilata girmiş. İçerideki eşyalar, molozlarla birlikte kapının önüne atılmış, kamyona yüklenmek için bekliyormuş. Galerinin temizlik görevlisi O'na duyduğu hayranlık ve saygısından dolayı bu görüntüye dayanamamış. Ali'nin telefonunu bulup haber vermiş. Hemen oraya bir kamyonet gönderdik. Aylarca üstünde sabahlara kadar çalışılan rölyefleri ve O'na ait fotoğrafları aldırdık. Ali donmuş kalmıştı. Çalışmanın, yaptığı işe saygı duymanın, ailesine ve dostlarına dürüstlükle bağlı olmanın, yıllarca vergi rekortmenleri arasında üst sıralarda yerini almanın nasıl değerlendirildiğini anlamaya çalışıyordu… Bu konuyu tartışacak muhatap yoktu. Kimse ne olduğunu bilmiyor, merak da etmiyordu… Bize haber veren, ismini bile bilmediğimiz dostumuza teşekkürler…
Sayfa 105 - Doğan KitapKitabı okudu
Astar değişmez; yamalamaya çalışanda, allayıp pullayanda aynıdır..
1896 Temmuz'undaki İstanbul Osmanlı Bankası başkanı, Ermenilerin Sultanaahmet'te toplanarak Galata'ya yürüyüşe geçmeleri ile başladı. Rusya ve Avrupa'nın şımartmasıyla bir zamanlar Osmanlı'nın gözde tebaası Ermeniler, Osmanlı'nın başkentinde ona kabadayılık taslayarak; hakaretler, küstahlıklar, taşkın hal ve
Sayfa 16
Reklam
Zavallı olduğumu söylüyordum değil mi? Bütün açıkgözlülüğümün budalalıktan başka bir şey olmadığını açıkça görüyorum; ama bazen, büyük bir adama yakışır düşüncelerle hareket ettiğim oluyor, eğer içerideki Zorba'nın emrettiğini yapabilirsem, dünyayı şaşkın bırakıyorum. Hayatımda vadeli anlaşmam olmadığı için, en tehlikeli uçuruma vardığım zaman freni laçka ederim. Her insanın hayatı inişli yokuşlu bir çizgidir ve her akıllı adam kendini frenle idare eder; fakat ben patron, değerim buradadır, frenimi çoktan attım, çünkü karamboller, beni korkutmuyor; biz işçiler yoldan çıkmaya karambol deriz. Yaptığım karambollere dikkat ediyorum Allah belamı versin! Gece gündüz koşuyor, keyfimi yaşıyorum ve isterse, kırılıp paramparça olayım. Yitirecek neyim var? Hiç! Sanki kendimi uslu idare etsem kırılmayacak mıyım? Kırılacağım; öyle ise toplara ateş!.. Şimdi sen bana gülüyorsun patron, ama ben sana budalalıklarımı, -ya da haydi düşüncelerimi yada zaaflarımı diyelim- vallaha, bu üçü arasında ne fark var, bilmem; yazıyorum, işin yoksa gül sen. Ben de, senin güldüğüne gülüyorum, böylece de dünyada gülmenin sonu gelmiyor. Her insanın kendi deliliği vardır, bana öyle geliyor ki, en büyük delilik, bir deliliğe sahip olmamaktır.
Sayfa 175 - Can YayınlarıKitabı okuyor
Ancak bütün müşterilerimiz köşklerde yaşamıyordu. Köşklerin hepsi dokuz-on taneydi. Ötekiler, tek katlı, birkaçı da üç katlı evlerdi. Bunların harem ve selamlık bölümleri yoktu. Ev, bütünüyle haremdi. Evin beyi ile oğullarından başka, yabancı bir erkek giremezdi. Bakkal, gezgin satıcı veya biz, dışarıdan, yani sokaktan yapardık alışverişi.
Mari'nin akıl hastanesindeki arkadaşlarına veda mektubu
Genç bir avukatken bir İngiliz şair tarafından yazılmış dizeler okumuş, çok etkilenmiştim. "Taştan fışkıran bir pınar ol, suyu tutan bir kuyu olma." Bu sözlerin doğruluğuna inanmamıştım o zaman. Çünkü taşmak tehlikeliydi, taşan suyun sevdiklerimizin bulunduğu alanı basması olasılığı vardı, onları sevgi ve coşkumuzla boğabilirdik. Hayatım
Oysa her geçen gün Sibel'in bana daha derinden içerlediğini, kendi güzelliğinden daha içten bir acıyla şüphelendiğini, gözlerinin daha sık sulandığını ve daha tatsız ağız dalaşlarına, küçük kavgalara, küskünlüklere sürüklendiğimizi hatırlıyorum. En çok rastlanan durum, Sibel'in bizi mutlu edecek bir gayretine, mesela pişirdiği bir pastaya ya da zahmetlerle eve aldığı bir sehpaya, elinde rakı kadehi Füsun'u düşleyen benim yeterince içten bir tepki verememem, Sibel'in kapıyı çarpıp çıkması, içerideki odada kahrolmama rağmen, bir çeşit utanç ve tutukluktan dolayı özür dilemek için onun yanına bir türlü gidememem, gittiğimde de onun acıdan içine kapandığını görmemdi.
Sayfa 195 - Yapı Kredi Yayınları, 36.Baskı, Eylül 2023
Reklam
Foucault "kapitalizmin varlık nedeni işçileri aç bırakmak değildir ama onları aç bırakmadan da gelişemez" der (Foucault 1988d:113). Bu sebeple Marksist teorisyenlerin de iddia ettiği gibi yoksulluk kapitalizmin kaçınılmaz bir sonucu olabilir ama Foucault yine de bunun kapitalizmin hedefi ya da tasarısı olarak görülemeyeceğini düşünür. Dolayısıyla kapitalizm her şeyi kapsayan bir planı takip ediyormuş gibi düşünülemez, kapitalizmin kendisi her biri kendi gündemini takip eden, kendi yöntemleriyle işleyen ve planlar yapan çeşitli çelişkili ve çatışan kuvvet ve kurumun bir araya gelmesinden ortaya çıkmış bir sistemdir ancak. Bu sebeple çözümleme yaparken kurumların nasıl işlediğini ve hem içerideki hem de dışarıdaki bireylerin talepleri ve direnişleriyle nasıl kısıtlandıklarını göz önüne almak gerekir.
Her şey düzen içindeydi; tıpkı hayatında, çekmecelerinde, dolaplarında ve notlarında olduğu gibi. Etrafı düzenliydi, cüzdanı düzenliydi. Belki de sadece ruhunda her şey o kadar düzenli ve uyumlu değildi, anlarsın ya… Görünüşe bakılırsa insan dışsal düzenle, içerideki bir düzensizliği gizliyor.
1896 Temmuz'undaki İstanbul Osmanlı Bankası baskını, Ermenilerin Sultanahmet'te toplanarak Galata'ya yürüyüşe geçmeleri ile başladı. Rusya ve Avrupa'nın şımartmasıyla bir zamanlar Osmanlının gözde tebaası Ermeniler, Osmanlının başkentinde ona kabadayılık taslayarak; hakaretler, küstahlıklar, taşkın hal ve hareketlerle Eminönü'ne ulaştıklarında bir Jandarma subayı daha fazla dayanamayıp şahsen müdahalede bulundu. Çoğu silahlı olan gruptan açılan ateşle öldürüldü. Bunların önüne herhangi bir emniyet gücü çıkamadığı gibi, halk da bu hezeyanı, hakaretleri, ürkek bir şekilde uzaktan izledi. Bu başıboş kitle Galata'ya gelince buradaki Osmanlı Bankası'na saldırarak binanın altını üstüne getirmeye koyuldular. Onlar bu işi yaparken Tophane rıhtımında ekmek paralarını kazanmaya çalışan hamal, çimacı ve kayıkçılardan oluşan Türklerin tepesi atınca sopalarla çıldırmış haldeki Ermenilerin arasına daldı­lar, kan gövdeyi götürdü. Ertesi gün ne kadar Avrupa devleti varsa hepsinin büyükelçileri sarayda ll. Abdülhamit'in huzurundaydı. Ağızlarından alevler çıkarak, bir gün önceki olaylarla ilgili akıl almaz şeyleri saydılar, döktüler. Abdülhamit sakindi. "Beni takip etsinler" dedi. Bir odanın önünde durup kapısını açarak, onlara içerideki silahları gösterip: "Bu silahları Ermeni yurttaşlarım kullandılar. Benim memleketimde bu silahları üreten fabrika yok," dedi. Sonra onları başka bir odaya götürüp içeride istif edilmiş sopaları gösterip: "Bunları da Türk vatandaşlarım kullandı. Bu odunlar benim memleketimin ormanlarına aittir," dedi, arkası­nı dönüp gitti.
Yürüyelim Arkadaşlar
"...karargahını seksen km.içerideki Havza'ya taşıdı.Yolculuk sırasında araba birkaç kez bozuldu. En sonunda Mustafa Kemal arabadan indi ve iki arkadaşıyla birlikte yola yaya olarak devam etti...Çevrelerindeki özgürlük havasına uyan subaylar bir şarkı mırıldanmaya başlamışlardı.....İsveç şarkısı. "Yürüyelim ,arkadaşlar! Sesimizi yer, gök,su dinlesin, sert adımlarla her yer inlesin,inlesin!"
Sayfa 249 - Bu şarkı....Cumhuriyet çocuklarının okul marşı olarak kutsal bir emanet gibi saklanacaktı.....Kitabı okuyor
Reklam
dışarıdaki başarı içerideki başarıyla başlar. Dış dünyanı iyileştirmeyi gerçekten istiyorsan, bu iyileşme ister sağlık durumun, ister ilişkilerin ya da ekonomik durumunda olsun, önce iç dünyanı iyileştirmelisin.
Avluya gittiğimde Estella'yı elinde anahtarlarla bekler halde buldum. Bana nerelere kaybolduğumu ya da neden onu beklettiğimi sormadı; sanki onu keyiflendiren bir şey olmuş gibi yüzüne pırıltılı bir pembelik gelmişti. Doğruca kapıya gitmek yerine içerideki koridora girip beni çağırdı. "Gel buraya! İstersen beni öpebilirsin." Uzattığı yanağına bir öpücük kondurdum. Öyle sanıyorum ki onu yanağından öpebilmek için her türlü zorluğa katlanırdım. Fakat o anki öpücüğün, basit bir çocuğa sanki sadaka verirmiş gibi verildiğini, bu yüzden de hiçbir şey ifade etmediğini hissediyordum.
Sayfa 128 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
749 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.